KKTC'de arada sırada medyanın sevdiği malzemelerden biridir "makam arabaları" konusu.


Son olarak bir belediye başkanı nedeniyle gündeme geldiğinden değinmeden edemeyeceğim.


İlk önce belirtmekte yarar var: "Makam arabası" denilen "hizmet aracı" bazıları duymak istemese de temsil ettikleri makam açısından önemli bir misyona sahiptir.


Örneğin bundan onlarca yıl önce Türkiye'nin Başbakanı Bülent Ecevit bir "Ford minübüs" kullanıyor diye onu "övenler" aslında ya çok popülisttiler ya da "ne dediklerinin" farkında değillerdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanının bir "dolmuş" ya da "transit" amaçlı hizmetler için üretilmiş minübüsle gezmesi ülke açısıdan şık bir olay değildi. Aslında Başbakan Bülent Ecevit o dönemlerde sağlık nedenlerinden dolayı bu tarz bir aracı seçtiyse de bu "halkçı" kavramını "stismar eden ya da anlamayanlar" tarafından başka türlü açıklanmaya çalışıldı.


Türkiye gibi bulunduğu coğrafyada süper güç konumunda olan bir ülkenin yöneticilerinin en iyi "makam araçlarına" binmeleri aslında sorumlu davranmak anlamına da gelmekte. En iyi "makam aracı" hem zırhı, hem motoru ve tüm diğer ihtiyaçlara yönelik sundukları gibisinden kriterlere göre belirleniyorsa bu aracın bu alanda "iddialı" bir marka ve pahalı olması da gayet doğal.


Türkiye ve KKTC'de "makam araçları" kültürü açısından sorunlar olduğunu kabul ediyorum.


Örneğin Almanya'nın "iki harfli" en büyük otomobil fabrikasının ürettiği ve "makam aracı" olarak süper diyebileceğimiz bir araç KKTC'de yerini onun çok gerisinde kalan bir araca bırakıyorsa bunu "yıldız" işaretine olan sempati ile açıklamak mümkün.


Neredeyse tüm makam araçlarının üretim merkezi Almanya'da örneğin Gerhard Schröder gibi iddialı bir şansölye "iki harfli ya da dört halkalı" markalar dışında hiç birine binmemeye özen gösterirdi.


Gerhard Schröder otomobilden çok iyi anlayan bir şansölye olarak haklıydı. "İki harfli" ya da "dört halkalı" Alman markaları sadece Almanya politikasının değil özel sektörünün de hep birinci tercihidirler.


Türkiye'de özel sektör yeni yeni "turbo diesel" kullanmanın bir "köylülük" olmadığını ve aslında "turbo diesel" olanakları varken hala "benzinli makam aracı" kullanmanın "yeni zengin" hali olduğunu kavramaya başladı.


AB ülkelerinin tümünde devlet ya da özel sektör makam araçlarının neredeyse tamamı "turbo diesel" araçlardır.


KKTC'de de sanırım henüz o aşamaya gelemedik.


"Makam aracı" elbette güvenli, sağlam, hızlı, rahat ve sonuçta da ekonomik olmak zorunda. Görünümü temsil ettiği makam açısından "yakışıklı" ve de "ağır" olmak zorunda.


Popülist yaklaşımların önerdiği araçlar genelde bir çok kriter göz önünde tutulduğunda amacına uymayan ve makam açısından ülkeye ya da kente yakışmayan araçlar oluyorlar. "Makam aracı" üzerine popülist söylevler konuya yabancı olanların kulağına hoş gelse de yanlış.


Elbette bir başbakan, bir bakan, bir vali, bir kaymakam, bir emniyet müdürü, bir belediye başkanı ya da bir ordu komutanı "doğru dürüst" makam araçlarına binmek zorundalar. Bu araçlar doğal olarak pahalı.


Ancak bu nedenle dile getirilen popülist söylemler de "ucuz politikadan" başka bir şey değil.


Elbette "makam aracı" kullanan yöneticiler arada sırada bisiklete binerek evden makama giderlerse bu çok anlamlı olur. Buna rağmen "makam aracına" ihtiyaçları olduğu gerçeği ise tartışılmaz!