Kendi adıma konuşayım: Ben çıktım, “Zaman aşımı devreye girer, Kenan Evren’i yargılayamazsınız” diye yazdım. Ve yanıldım...

Dikkat!

“Kenan Evren yargılanmasın” falan demedim.

Sadece \'zaman aşımı\'nın devreye gireceğini söyledim.

NEDEN YAZDIM

 Neden böyle yazdım?

Çünkü yapılan hukuki tartışmalarda bir kısım hukukçu bunu söylüyordu.

Teknik açıdan benim de aklıma yatmıştı bu görüş.

Gerçi hâlâ bu görüşü savunan hukukçular var ve yapılanın \'hukuka aykırı\' olduğunu söylüyorlar ama neyse...

Geçelim.

Bunlar önemli değil.

Önemli olan, benim büyük konuşmam.

\'Yargılanamaz\' diye yazmam.

Hata etmem.

Yanılmam.

Ve mahcup olmam.

Fakat şöyle bir durum var:

İktidar yanlısı bazı arkadaşlar, bu hatanın üzerinde tepinmeyi öyle seviyorlar ki...

Kenan Evren’e yargı yolu açıldığı günden beri bu konuyu gündeme getirmelere bir türlü doyamıyorlar.

“Öyle yazdın ama bak ne oldu” diyorlar.

Diyorlar da diyorlar.

“Hata yaptık” diyoruz, kesmiyor.

“Mahcup olduk” diyoruz, kesmiyor.

“Kapak oldu” diyoruz, kesmiyor.

Bir türlü durulmuyorlar, durulamıyorlar.

Mahcup etme, yüz kızartma, utandırma ataklarına her gün bir yenisini ekliyorlar.

MAHCUP ETME FIRSATI

 Bu arkadaşlara bir çağrım var:

* Madem mahcup etmeye bu denli meraklısınız...

* Madem karşınızdaki yüzünün kızardığını söylese de üstüne gitmekten kendini alıkoyamıyorsunuz.

* Madem geçmiş defterleri kapatmak istemiyorsunuz.

O zaman...

* Neden darbeci generali evinde ağırlayanları mahcup etmiyorsunuz?

* Neden darbeci generalle gazetecilik ilişkisini bile aşan dostluk ilişkileri kuranları mahcup etmiyorsunuz?

* Neden 12 Eylül’de darbecilere selam durup, bugün “çok şükür Allah’a, bugünleri de gördük” diye yazanları mahcup etmiyorsunuz?

Yoksa onlar zaten mahcup olmazlar mı diye düşünüyorsunuz?

12 Eylül öncesine dönmek isteyenler

Kenan Evren’in yargılandığı davanın görüldüğü Ankara Adliyesi önünde sağcılarla solcular birbirlerine girmişler.

Solcular, sağcılara “Sizin ne işiniz var burada” diye çıkışmışlar.

Sağcılar da solculara “12 Eylül’de biz de işkence gördük” diye cevap vermişler.

Olaylar çıkmış.

Karşılıklı laf alıp vermeler olmuş.

Bunu işitince 12 Eylül döneminin en önemli ve en çok kullanılan o korkutma cümlesini anımsadım.

12 Eylül’de kim kafayı birazcık çıkarmaya kalksa hemen şöyle denirdi:

“Yoksa sen 12 Eylül öncesine mi dönmek istiyorsun?”

12 Eylül öncesine dönmek istemek, anarşist olmak demekti.

Bu cümle söylenince kafayı birazcık çıkaranlar hemen siner otururlardı.

Özgürlükleri boğan bir cümleydi bu...

Adliye önü hırgürünü görünce...

Kimsenin aklına gelmese de benim aklıma geldi bu meşhur cümle...

\'Oh be\' duygusunun arkasındaki neden

Mesajlar geldi.

Yığınla.

* “12 Eylül’den önce okullara gidemezdik” diyen...

* “12 Eylül’den önce çocuklarımız eve sağ salim gelecek mi diye aklımız çıkardı” diyen...

* “12 Eylül’den önce sokağa çıkamaz durumdaydık” diyen...

* “12 Eylül’den önce şehirler ikiye bölünmüştü” diyen...

* “12 Eylül’den önce kurtarılmış bölgeler vardı” diyen...

Mesajlar geldi.

Ardından da...

“İyi ki 12 Eylül oldu... Rahat bir nefes aldık... Canımızı kurtardık...” hükmünü veren mesajlar.

Bu türden mesajlar gönderenlere sesleniyorum:

Haklısınız:

12 Eylül’den önce durum buydu.

Haklısınız:

12 Eylül geldiği gün anarşi durdu.

Ama lütfen şu soruyu da getirin aklınıza:

11 Eylül günü durdurulamayan anarşi, bir günde nasıl durduruldu?

KAFAYA KOYMUŞLARDI

Şimdi o günlere gidelim:

12 Eylül öncesinin bir numaralı gündem maddesi \'anarşi\' idi...

Anarşinin önlenmesi için siyasi iktidarlar, ordudan medet umuyorlardı.

Büyük kentlerde sıkıyönetim uygulaması vardı. Sıkıyönetimde askerler işin başındaydı. Yasal her türlü eksikliğin giderilmesi için önlemler alınıyordu.

Ancak buna rağmen anarşi önlenemiyordu.

Önlenemiyordu çünkü askerler görevlerini yapmıyorlardı.

Neden yapmıyorlardı?

Çünkü kafaya koymuşlardı: Darbe yapacaklardı.

Bekliyorlardı: Anarşi biraz daha artsın, ölümler biraz daha çoğalsın, çatışmalar biraz daha alevlensin ki darbe için meşru bir neden ortaya çıksın.

Beklediler, beklediler, beklediler.

Hepimizin \'İllallah\' dediği anda darbeyi yaptılar.

\'Oh be\' duygusunun perde arkası budur.

Kitaplar arasında

 * TÜRKİYE KİME KALACAK: Osman Ulagay yine şahane bir kitapla çıktı okurun karşısına. \'Başbakan’ın yazdırdığı kitap\' alt başlığıyla yayınlanan kitapta gündelik gelişmelerden sıyrılarak \'AK Parti Türkiyesi\'nin objektif bir resmi çiziliyor. Köklü değişikliklere dikkat çekiliyor. Açmazlara işaret ediliyor. Büyük bir heyecanla okudum kitabı... Çok değerli bilgiler edindim. Yaklaşımım zenginleşti. Ve “İyi ki Osman Ulagay köşe yazmak yerine kitap yazmaya yönelmiş” dedim. (Doğan Kitap)

* ŞAHANE HATALAR / TALİH KUŞU: Oyuncaklı kitap \'Şahane Hatalar\'ın birincisini uçakta okumuş ve zamanın nasıl geçtiğini unutmuştum. Kitabın ikincisi de çıktı: \'Şahane Hatalar / Talih Kuşu\'... İkinci kitap da tıpkı birinci kitap gibi farklı bir macerayı vaat ediyor. Ve ben yeni bir uçak yolculuğunu iple çekiyorum. (April Yayıncılık)

* ISSIZ ERKEKLER KOROSU: Tam Fehmi Abi’lik bir kitap bu... Bir fasılda geçiyor... Türk Sanat Müziği’nin nadide eserlerinden sözlerle süslü romanda, bir fasıl gecesinin öyküsü anlatılıyor. Katılımcılarının tamamının erkek olduğu bir fasıl gecesi... Romanın yazarı çok satan yazarların başında gelen Canan Tan... \'Çok satan\' denilince burun kıvırmayın, hiç de fena bir roman değil. (Altın Kitaplar)

Artık şunları anlamış bulunmaktayım

* Fazıl Say asla müşterisi olmayacak çevrelerin de ilgi alanına girmek istiyor.

* Yurdun dört bir yanından İstanbul’a gelenler, mutlaka Nişantaşı kafelerine uğruyor.

* 3D film izlemek baş ağrıtıyor.

* Her uçakta, biner binmez koltuğunu sonuna kadar yatıran yolcu her zaman benim önüme denk geliyor.

* Ulusumuzun fertleri doğru dürüst boşanmayı bilmemektedir.

(Hürriyet)