Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış; Mutluluk, Üzüntü, Kibir, Aşk ve tüm diğerleri...

Bir gün var olan bu duygulara adanın batmakta olduğu haber verilmiş...

Bunun üzerine tüm duygular adayı terk etmek için sandalları hazırlamışlar...

Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş...

Mümkün olan en son ana kadar umutla adanın kurtuluşunu bekliyormuş...

Olmayınca, adanın batmasına ramak kala yardım istemeye karar vermiş...

“Zenginlik”, çok büyük bir teknenin içinde batan adanın yanından geçmekteymiş...

Aşk önce ona sormuş:

- “Zenginlik, beni de yanına alır mısın?” demiş... Zenginlik;

- “Hayır, alamam...” demiş “Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok...”

***
O gidince, aşk bu kez, çok güzel bir yelkenlinin içindeki ‘Kibir’den yardım istemiş...

- “Kibir, lütfen bana yardım et” demiş, “Ada batıyor... Beni yanına al kurtar!..”

Kibir cevap vermiş:

- “Sana yardım edemem, Aşk!.. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin...”

“Üzüntü” yakınlardaymış ve aşk, yardım istemeye karar vermiş...

- “Üzüntü, seninle geleyim.”

Üzüntü;

- “Of aşk...” demiş, “O kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var...”

Son olarak Mutluluk, Aşk’ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk’ın çağrısını duymamış bile...

***
Aşk, tam umudunu yitirmişken birden bir ses duymuş...

“Gel Aşk! Seni yanıma alacağım...” diyormuş o ses...

Bu, Aşk’tan daha yaşlıca birisiymiş...

Aşk’ı yanına almış ve ilerlemiş...

Yeni bir kara parçasına vardıklarında Aşk’ı kara parçasına emniyetli bir şekilde bırakıp, hızlıca yoluna devam etmiş...

Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş...

Sonra merakına yenik düşerek ‘Bilgi’ye sormaya karar vermiş;

- “Bana yardım eden kimdi Bilgi?”

Bilgi, gülümsemiş;

- “Onun adı ‘Zaman’dı...” demiş.

- “Zaman mı?.. Neden bana yardım etti ki?..” diye sormuş Aşk.

Bilgi gülümsemiş:

- “Çünkü sadece ‘Zaman’ Aşk’ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir...”

***
Burçin Alpaçar’dan bu öykü...

Öykü “Aşk”ın, Zenginlik’le, Mutluluk’la, Kibir’le ve Üzüntü’yle ilişkisine ne çarpıcı tanımlamalar getiriyor...

Zenginlik, Aşk’a “Seni tekneme alamam” diyor, “Çok fazla altın ve gümüş var... Sana yer yok...”

Altına, gümüşe, paraya ve maddeye odaklı hayatlar, “Aşk”ı hissedemezler ki...

Kibir ise Aşk’a; “Sırılsıklamsın ve teknemi mahvedebilirsin” diyor...

Kibir’in mahvolmaktan kastettiği tekne “kendisi” elbette...

Biliyor ki Aşk “Kibir”i mahvedecek, yok edecek...

Aşk’ta “Kibir” hiçbir zaman nefes alıp veremeyecek...

“Mutluluk” kendi mutluluğundan tatmin, onu duymuyor bile...

Çünkü Aşk, sadece mutluluktan çok daha fazla bir şey demek...

Tek başına “Mutluluk”un odaklanabileceği bir duygu değil Aşk; fazlası gerek...

Üzüntü, üzüntüye odaklanmış, onun sesini fark edemiyor bile...

Yalnız “Üzüntü”yü yaşayanların “Aşk”ı yaşamaları, o coşkuya, yaratacılığa, duygu patlamasına girebilmeleri mümkün değil ki...

***
Sadece “Zaman” aşkın sesini duyuyor...

Onu batmaktan kurtarıyor...

Nefes almasını sağlıyor...

Ancak “Zaman”a

dayanabiliyor, “Zaman” geçse de yaşayabiliyor Aşk...

“Ezel”le “Ebed”

arasında “Zaman”ın sınırsız sonsuzluğunda, payidar

kalarak bizleri yaşatacak duygunun adıdır Aşk...

Sevgililer Gününüz kutlu olsun...

***
YAPTIĞINI “AŞK”LA YAPABİLMEK...

“Her ne yaparsan yap, aşkla yap!..” diyor Burçin gönderdiği öykünün sonunda;

“Yaptığının amacı bütüne hizmet ediyor olsa dahi, ne yaptığın kadar nasıl yapman gerektiğinin önemini de hatırla!..

Ne yaptığından eminsen, nasıl yaptığını düşün!..

Ve nasıl sorusunu ‘Aşkla yapıyorum’ diye yanıtla...

Yaptığın kadar, nasıl yaptığın da önemlidir... Her ne olursa olsun aşkla olsun...”

*****
PORTEKİZ’DE SİYAH BEYAZ, İSTANBUL’DA SARI LACİVERT BİR FİLM!..

Birkaç gün önce mail kutum “Sevgililer Günü” etkinlikleriyle ilgili bombardımana uğrayınca, “Bu yıl Sevgililer Günü yaşayacak mood’um yok” demiştim;

“Çocuklarla yaşadığım aşk bana yetiyor bu yıl... Çilekli pasta istediler, pasta alacağım onlara...”

Ne büyük bir gaflet!..

Futbolun içinde UEFA’yla haşır neşir yakın bir dostuma geçen hafta sormuştum...

- “Braga-Beşiktaş maçı hangi gün?..”

Hiç tereddüt etmeden cevap vermişti:

- “Perşembe...”

***
Güvendim, bir daha da check etmedim...

Evvelsi günü “uyandım” ki maç Salı günüdür...

Bizzat Sevgililer Günü’ne denk düşmektedir...

Biliyorum Tanrı beni mümkün değil yalnız bırakmaz Sevgiler Günü’nde...

Çocuklar annelerinde mi bende mi tam hesap edemiyordum...

İçimden bir ses “Tanrı sana yeni bir mesaj veriyor galiba...” türünden muallak bir gizem yaymaktaydı... Çözemiyordum 14 Şubat’ta tam olarak ne yapacağımı...

***
Oysa Braga’da UEFA çeyrek finali yolunda Beşiktaş’ın “kader” maçı var bu Sevgililer Günü’nde...

Teknik direktör Carvalhal’in doğduğu, takımında oynadığı ve ilk teknik direktörlüğünü yaptığı Portekiz’in Braga takımıyla...

Dünya çapındaki dört Beşiktaşlı Portekizli de kendilerini göstermek için oynayacaklar, kendi ülkelerinin takımına karşı...

Bütün tesadüflerin bir araya geldiği bir maç Braga-Beşiktaş maçı...

Sevgililerle henüz yaşayamadığım ilk gençlik yıllarımda, en büyük sevgilim “Beşiktaş”tı...

Hangi sevgi ve onun türevi duyguları doldurmuştur bir gencin duyguyla çarpan yüreğinde, bir Beşiktaş, bir Fenerbahçe, bir Galatasaray bilir misiniz?..

***
Ölesiye takım taraftarlığı genç bir yürekte, hangi sevgisizliklere, hangi anlayışsızlıklara, hangi aşki boşluklara mecazi bir dolgu olur, bilir mi acaba gerçek taraftar olamayan bir yorumcu kibir?..

“Fenerbahçe’nin şike yaptığı tape’lerle ortaya konuyor... Fenerbahçeliler niye yeterince reaksiyon göstermiyor?..” diyenlar, taraftarlık denilen o “kör inancın” aşkla nasıl bir duygu bağlılığı yarattığını biliyorlar mı?..

Aziz Yıldırım’ın savunma günleri başlıyor...

İddia konuştu, savunma da konuşacak elbet...

Suçlu, suçsuz elbet mahkeme verecek kararı...

Fakat tavsiyem odur ki, futboldaki sivil tepkiyi anlamak, Fenerbahçeliler’in ne yaptığını kavramak istiyorsanız, takım taraftarlığının hangi kör inançların dipsiz kuyularında yeşeren bir “Aşk” olduğunu bilmelisiniz...

***
Aziz Yıldırım’ı “rakip takımın, bir iddia makamının şüpheciliğinde değil, bir taraftar olma duygusunun empatisiyle” dinleyeceğim...

Suçlu ve suçsuzdan maada, bir takıma duyulan gayr-ı kabili iflah bir aidiyetin, insanı getirebileceği noktayı gözleyeceğim...

Fenerbahçe Başkanı’nın savunma metninden çok, gayr-ı kabili iflah bir takım sevgisi ve aidiyetinin, insanda nelere yol açabileceğini sorgulayacağım...

Sonra realist tahribatın!! üzerimde yarattığı etkiden kendimi arındırmaya çalışıp, akşama “çocukluk sevgilimle” buluşacağım...

Muhtemeldir ki uzun zamandır içmediğim bir kadeh kırmızı şarabı koyarak, ruhumun derinliklerinde Portekiz’in Braga’sına doğru bir yolculuğa çıkacağım...

Artık CD’de mi olur yoksa içimden mi gelir sözleri bilmem fakat odayı kaplayacak parçanın ne olacağı aşikardır:

“Bizimkisi bir aşk hikayesi...

Siyah beyaz film gibi biraz...

Gözyaşı, umut ve ihtiras...

Bizimkisi alev gibi biraz...

Ateşle su, dikenle gül gibi...

Bizimkisi roman gibi biraz...”

*****
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

ACILAR KAPINIZI ÇALDIĞINDA...

“Acıların kapımızı çalmasından hoşlanmıyor olabiliriz...

Ama bize faydaları vardır...

Kalplerimizi saran kabukları kırar ve kim olduğumuz, neden burada bulunduğumuz ve bu olağanüstü dünyada işlerin nasıl yürüdüğü hakkında etrafımızı saran yalanlardan bizleri kurtarırlar... Robin Sharma...”