Hemen sıcak gündemle ilişkilendirip, ortaya karışık siyasî bir metin umuyorsanız, vakit kaybetmeden küçük bir ikazda bulunayım, konumuz o değil. Zira memleketimizde mebzul miktarda ‘kurtarıcı’mızın mevcut olması yetmezmiş gibi; çobanından mankenine, doktorundan hemşiresine, hademesinden öğretmenine, kalfasından boş gezenine kadar hemen herkes kendinde bir ‘kurtarıcı’ kumaşı vehmetmektedir.

 

Çevrenize şöyle bir bakın.

 

Hergün rahatlıkla rastlayabileceğiniz bir çok kimse, mevcut bulunduğu poziyonun, sahibi olduğu mesleğin, aslında kaderin kendisine kötü bir cilvesi olduğunu düşünmekte; esasen devleti ve hatta dünyayı yönetecek çapta bir adamken, bir dizi şanssızlıklar neticesinde (belki de Yahudilerin, Masonların, derin devletin, Amerika’nın engellemesi sebebiyle) bunun mümkün olamadığına inanmaktadır.

 

Halbuki ben, herkesin, hâlihazırda icra etmekte olduğu mesleğini daha iyi yapmaya çabalaması halinde, memleketin kurtulacağına; yine her bir kimsenin daha dürüst, daha iyi bir insan olmak yolunda yürümesiyle, ülkenin, hatta bütün insanlığın arınacağına inananlardanım.

 

Misâl, emniyet şeridinden giderek, üç beş araba daha sollamaya çalışan taksicinin; veya hastaneden kendi muayenehanesine hasta paslayan doktorun;  veya hasta olmadığı halde işten kaytarmak için rapor isteyen kişinin, yolsuzluklara dair söyleyeceği bir söz olamaz. Eğer söylerse, ben onun her sözünü “ulan adamlar ne götürdü be, bir biz götüremedik” kıskançlığı diye yorumlarım.

 

Neyse, fazla uzattık, konumuz bu değil. Cemil Meriç’in çok sevdiğim ifadesiyle, “geçelim…”

 

Büyük İşer’in Talibi Çok, Biz Küçük İşler’e Bakalım

 

Bir kaç yıldan bu yana zaman zaman çevremdeki eşe dosta bahsettiğim nâçizane bir fikrimi, daha doğrusu merakımı, “hatırda kalmaz satırda kalır” hükmü fehvâsınca kayda geçirmek, sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Ara sıra gazetelerde anketlere dair haberler görürüz. Ülkenin en önemli meselesi üzerine, diyelim 3000 kişiyle, bir anket yapılmıştır. Sıralamayı değilse de, ilk 5 maddeyi gözü kapalı tahmin edebilirsiniz.. İşsizlik gibi, eğitim gibi, ekonomi gibi toptancı hükümlerdir hepsi.

 

Hiç kimse, meselâ okul çıkışlarında katiller gibi gazlayan servis şoförlerinden, meselâ metro çıkışındaki üst geçide açılan işporta tezgâhları yüzünden yürüyemez haldeki yolcuların çilesinden, meselâ aracının camını açıp da içtiği suyun şişesini yola fırlatan adamdan bahsetmez…

 

Eğer siyaset yapmaya meraklı bir adam olsaydım, “Küçük İşler Partisi” diye bir parti kurar, bugünün şartlarında ülke gündemine gelmesi hayâl dahî edilemeyecek konular üzerinden bir de parti programı hazırlardım. Meselâ derdim ki, “Bizim iktidarımızda, kaldırımların bir standardı olacak ve bir tek taş bile oynamayacak. Yürürken üstünüze su fışkırmayacağından emin olacaksınız..”

 

Veya derdim ki “Bizim iktidarımızda, bütün umumî tuvaletlerin kapıları ya otomatik olacak veya içerden dışarıya doğru açılacak.. Böylece ellerinizi yıkadıktan sonra tekrar kirletmek zorunda olmayacaksınız..”

 

Veya derdim ki “Araçtan yola çöp atmanın cezası 1000 liradan başlayacak..”

 

Veya derdim ki “Yurt dışındaki belli başlı bütün otellerin TV’lerine en az bir adet Türkçe kanal koyduracağız.. Yine yurt dışında, en azından büyük şehirlerdeki banka ATM’lerine, metro-otobüs bilet makinelerine Türkçe dil seçeneğini de ekleteceğiz…”

 

Bunu uzattıkça uzatmak mümkün elbette. Lâkin merâmım anlaşıldı sanırım.

 

Gülümsediğinizi tahmin edebiliyorum. Böyle bir parti programıyla iktidara gelmenin imkansıza yakın bir ihtimal olduğunun ben de farkındayım.  Ama iyimser taraftan bakalım; iktidar olamasak de, ülke gündemine “küçük mevzuları” sokardık en azından.

 

Mevzua girerken, “merakımı paylaşmak istiyorum” dedim ama, aslında cevabı hepimiz biliyoruz. Çünkü hepimiz, büyük adamlar küçük işlerle uğraşmaz zannediyoruz.

 

Oysa, insanları büyük kılan, detaylardaki, yani küçük işlerdeki, daha doğrusu küçük zannedilen işlerdeki maharetleridir.