Silivri'de cezaevlerinde kalan insanlar açısından uzun tutukluluk sorunu sürüyordu.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, beş hücrenin bir arada bulunduğu bir üniteye götürdü bizi. Gezdiğimiz yer Silivri Cezaevi kampüsünün uyuşturucu suçundan yargılananların kaldığı 6 No’lu L Tipi Cezaevi’ydi. O hücrelerden birisi küçük bir lavabo haline getirilmişti. Birisi de ortak kullanım için ayrılmıştı. Diğer tek kişilik hücreler ise tutuklulara ayrılmıştı.

Burayı gösterirken “İşte Doğu Perinçek’in, Ergin Saygun’un kaldığı yerler de aynen bu şekilde düzenlendi” diyerek bir örneği göstermiş oldu.

Silivri Cezaevi’ne ilk gidişim. Cezaevlerine gitmeyi sevmiyorum. Oradaki yaşamın ne olduğunu az çok bildiğim için cezaevi sözcüğü bile bazen bana fazla geliyor.

Adalet Bakanı ve cezaevleri yöneticilerinin eşliğinde gördüğümüz Silivri Cezaevi yerleşkesi sonuç olarak cezaeviydi. Bir deneyimli cezaevi kişisi olarak ancak bazı karşılaştırmalar yapabilirim.

Fiziki koşullar, bizim daha önce kaldığımız sivil cezaevlerine göre bir ölçüde daha iyi sayılabilirdi. Askeri cezaevleriyle karşılaştırıldığında ise koşullar çok da farklı sayılmaz.

Eski cezaevlerinin maddi koşulları kötüydü ama insani açıdan çok sayıda kişinin kaldığı koğuşlar daha insan ruhuna uygundu diyebilirim. Bizim gezdiğimiz uyuşturucu tutuklularının bulunduğu bir bölümde 21 kişilik ünite vardı. Hücre tipi sisteme göre 21 kişinin bir arada kalması tabii ki daha insani.

Adalet Bakanı’yla gezi boyunca tutuklu milletvekillerinin durumunu da konuşmak olanağını bulduk. Görünen o ki AK Parti henüz bu konuda bir karar vermiş değil. Adalet Bakanı, çıkarılması mümkün olan kanun konusundaki sakıncaları dile getirdi. Bu meselenin daha çok su kaldıracağı görülüyor.

İlker Başbuğ’dan Ergin Saygun’a kadar Türkiye’nin kaderine hükmetmiş birçok komutan burada yatıyordu. Tek kişilik odaların, yani hücrelerin içinde. Her ne kadar “Bizim koşullarımız bazı Avrupa ülkelerine göre daha iyi” dense de manzara parlak değildi.
Ergin Saygun kalp hastalığı nedeniyle bir cimnastik bisikleti istemişti. Doktor raporuyla bu isteği kabul edilmişti.

Tabii geçmişle kıyaslandığında yemekler, sağlık hizmetleri olumlu yönde değişmişti. Hastanenin kurulmasında, Kaşif Kozinoğlu’nun kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirmesi de bir rol oynamıştı. Kampüsün içine tam teşekküllü bir hastane inşa edilmişti.
Ancak o daracık odalar, o yalnızca gökyüzünü gören havalandırmaya baktıkça içimi karabasanlar bastı. Bu koşullarda üç sene, dört sene kalmak kolay değildi, insana uygun değildi.

Tabii bizim dolaştığımız cezaevinde tutuklular ortak mekânları kullanabiliyorlar, haftada bir gün buluşmak istedikleriyle buluşabiliyorlardı. Bu Terörle Mücadele Kanunu’ndan yargılanan Ergenekon, Balyoz ve Kafes tutukluları için geçerli değildi. Birbirleriyle temas etmelerine izin verilmiyordu. Onlar tam anlamıyla tecrit koşullarında yaşıyorlardı.

Bakana ve bakanlık yetkililerine tutukluların en çok şikâyet ettikleri konulardan birisi olan haftalık görüşme olanağının neden kısıtlandığını sorduk. “İmkânlar yeterli değil” dediler. Disiplin cezalarının çok fazla olduğunu aktardığımızda, bu konuda bazı yönetmelik değişikliklerine gideceklerini ifade ettiler.

Biz çok sayıda uygulamaya ilişkin şikâyetlerden söz ettik. Çocukların uğradığı taciz skandallarına ilişkin sorular sorduk. Bu soruların hâlâ sürdüğüne dikkat çektik.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürvekili Mustafa Onuk’a bundan böyle şikâyet mektuplarını göndereceğimi ve cevaplarını beklediğimi ifade ettim. Mahmut Alınak’ın anlattığı, çırılçıplak soyarak yapılan onur kırıcı aramalardan söz ettim.

Tabii sorularımız Abdullah Öcalan konusuna da yöneldi. Öcalan’ın aylardır süren tecrit uygulamasının ne zamana kadar süreceğini sorduk. Adalet Bakanı bir formül aradıklarını, Avrupa’dan da bu konuda eleştiriler aldıklarını belirtti.
Cezaevlerinde kalan insanlar açısından uzun tutukluluk sorunu sürüyordu. Buna hâlâ bir çözüm bulunamadığı gibi tutuklamalar yaygınlaştırılarak devam ediyordu.

Cezaevini dolaşırken Türkiye’nin bir operasyon devleti olma özelliğini koruduğu hissim pekişti. Cezaevleri de bu sistemin bir parçasıydı. İç açıcı ve insani değildi.



(Radikal gazetesinden alınmıştır)