Parlamenter demokrasiye ve onun siyasi partilerine Türkiye'nin her zamankinden daha çok ihtiyacı bulunuyor.

Gazetecinin görevlerinden birisi, kamuoyundaki eğilimleri mümkün olduğu kadar net bir şekilde yansıtmak, görünür kılmaktır. Bunu militan bir şekilde yapanlar da vardır, makul bir dille yapanlar da.
PKK saldırıları arttığında, bir anda ülkenin ritmi bozuluyor. İki taraflı militanlar ve amigolar inisiyatifi ele geçiriyorlar... Dün ‘sosyal medya gündemine düşen’ dikkat çekici isimlerden birisi Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’dı. Atalay’ın iki buçuk ay kadar önce kullandığı “PKK silahları bırakabilir” ifadesi öne çıkartılmıştı.
Atalay, hükümet içinde ‘diyalog yoluyla çözüm’ tercihinin temsilcilerinden biri. Diğer kanadın temsilcisi İdris Naim Şahin’se, göreve geldiğinden bu yana, gerilimi tırmandıran tavırlarıyla öne çıkıyor. Atalay’ı hedef tahtasına koyan yaklaşımları değerlendirirken bu tabloyu göz önünde bulundurmakta yarar var.
Sosyal medyada ‘intikam’ çığlıkları, bir psikolojik baskı havası yaratıyor. ‘BDP’yi tamamen ortadan kaldırıp yasal alanı dümdüz etme’ yönündeki çağrılar, son günlerde öne çıkan belki de en ‘popüler söylem’i oluşturuyor. Enerjisini ‘yok etme güdüsü’nden toplayan ciddi bir kitlesel psikoloji var. 

Hükümet karşıtları 
AK Parti hükümetini düşman gören kesimler de PKK saldırılarının ardından öfke dozunu yükseltiyorlar. Bu çözümsüzlükten ‘AK Parti iktidarından kurtulabilme imkânı’ yaratmak, bazı kesimlerin belki de birinci tercihi.
Şu noktada Leyla Zana gibi düşünmeyi sürdürüyorum: Sorunun çözümünde kilit noktası AK Parti hükümeti ve Başbakan Erdoğan. Eleştirilerimizi çözüme katkıda bulunabilecek bir çerçevede tutmamızda ve düşmanlık dilinden kaçınmamızda yarar var.
Başbakan’ın hükümete yönelik eleştirel yaklaşımlara olan öfkeli tepkileri kabul edilemez. AK Parti hükümetinin ciddi zaafları var, eleştirmeyi sürdüreceğiz. ‘Eleştirel duruş’ ile ‘düşmanca tavır’ arasındaki ince sınır, ülkemizde maalesef genelde yeterince önemsenmiyor ve anlaşılmıyor.
Bu kadar karmaşık bir zeminde, çözüm için yalnızca AK Parti’yi hedef almak, tek boyutlu bir düşünce şekli. Yıllardır ‘CHP’nin de sorunun çözümü için daha cesur ve daha açık davranması’nın önemine işaret ediyoruz. İşaretler var ama güçlü değil, çözüme katkıda bulunacak düzeyde değil. 

BDP’yi yok etmek 
BDP yönetimi ciddi siyasi hatalar yapıyor. Dağdakilerle ortaya çıkan kucaklaşma sahnesine yönelik tepkiler, anlaşılabilir tepkiler. Tabii, BDP’lilerin son derece dar bir alanda siyaset üretmek zorunda kaldıklarını da unutmamak gerekiyor. Yasal alanda ayakta durabilme ve yasal seçeneği canlı tutabilme adına harcanan enerji, çözüm için hâlâ bir anlam ifade ediyor. Ancak ‘BDP kapatılsın’ anlayışından yola çıkıp çatışmayı tırmandırmak isteyen düşünce ve kültür yapısı (“BDP’nin aslında Kürt sorunuyla ilgisi yoktur” gibi yeni teorilerle de süslenerek) popülerliğini koruyor.
Yeniden ve bir kez daha Cemil Çiçek’e dönüyorum... Bir irade ortaya koydu ve hedef haline getirildi. Gerçek şu ki onun çağrısının bir anlamı var, bunu zamanla daha iyi göreceğiz. 

AK Parti ve CHP 
Başbakan’ın Kılıçdaroğlu’na haziran ayında yaptığı “Gelin iki parti devam edelim” çağrısından yola çıkmayı denersek... İki partinin bu konuda ‘siyasetüstü’ bir davranış sergilemesini beklemek çok mu ütopik? Kılıçdaroğlu’nun “Çözüm için gerekirse siyasi geleceğimi tehlikeye atabilirim” anlamına gelen çıkışını, her şeye rağmen ciddiye almaktan yanayım.
Hükümetin son bir yıldır izlediği siyasetleri de BDP’yi de eleştirmeyi sürdüreceğiz... Parlamenter demokrasiye ve onun siyasi partilerine Türkiye’nin her zamankinden daha çok ihtiyacı bulunuyor. Ne demokrasi karşıtlığı, ne hükümet düşmanlığı, ne BDP’nin susturulması ne de CHP’yi ‘Baasçı’ diye suçlayan anlayışlar bu ülkenin herhangi bir sorununa çözüm getiriyor; getiremez.

(Radikal gazetesinden alınmıştır)