15 Kasım 2012 Perşembe Günü KKTC'nin 29. Kuruluş Günü'nü kutlamaktayız.


Dün 14 Kasım 2012 Çarşamba Günü ise Ulusal Birlik Partisi'nin 19. Olağan Kurultayı ile ilgili olarak eski Sağlık Bakanı ve UBP Başkan adayı Ahmet Kaşif'in itirazı ile mahkemeye giden "Kurultay'da sonuçla ilgili yanlış karar" duruşmasında karar açıklandı. "Ara emri kararına varan" mahkeme KKTC Başbakanı İrsen Küçük'ün UBP Başkanı olarak kullandığı yetkileri elinden aldı.


Mahkemenin aldığı karara saygımız sonsuz. Kaybeden aday "kaybetmedim" diyerek mahkemeye nasıl başvurma hakkına sahipse hukuk devleti prensiplerine göre bu karara itiraz hakkı olanın da itiraz hakkına saygımız sonsuz.


Yani anlıyacağınız bu mahkeme bir başka gelişme olmaz ise oldukça uzun soluklu olmaya aday.


Muhalefet bu durumda "erken seçim" talebini bol, bol tekrarlayacak. Bu da doğal.


Mecliste bütçesi görüşülen ülkede durum hazin.


KKTC'nin 29. Kuruluş Günü kutlanırken durum bu!


Gelinen bu duruma şaşıranlara şaşırmak lazım.


29. Kuruluş Günü'nü kutladığımız KKTC'de aslında sormak lazım: "UBP Başkanı değişse, Başbakan değişse ne olur?" diye.


Hatta "Erken seçim olsa ve başka bir parti iktidara gelse ne olur?" diye sorsak bile cevabımız aynı olur: "Bu yanlış gidişata bir çeki düzen verilmedikçe hiç bir şey değişmez!".


KKTC'nin bu hale gelmesinin ana sorumluları 2002 öncesinde Türkiye'de iktidarda olan ve de paşaların önünde iki büklüm olan sivillerdir.


Sadece Türkiye'ye karanlık yıllar yaşatmadılar. KKTC'nin de içinden çıkılmaz hale gelmesine neden oldular.


TC Büyükleçisi Halil İbrahim Akça'nın bugün yaptığı bir çok açıklamayi ve aldığı tavrı onlarca yıl önce almadıkları için bu hale gelindi.


KKTC'de üretimi yok ettiler. KKTC'nin kendi yağıyla kavrulur bir ülke olmasını engellediler. "Balık tutmasınlar" diye "fazla, fazla balığı yığdılar". Hesapsız, kitapsız bir şekilde yaptıkları uygulamaların adı da "anavatan tarafından yavruvatana sahip çıkmak ve destek olmak" idi.


KKTC'de çok sayıda memur var ise bu sorunun yaratıcısı yine 2002 öncesi Türkiye hükümetleri oldu.


Verdikleri paranın nasıl harcandığını kontrol etme ihtiyacı duymadılar.


O yıllarda Türkiye ve KKTC arasında bol, bol "vatan, millet" nutukları atıldı. Ama Türkiye ekonomisini "bir cente muhtaç ettikleri" gibi KKTC'nin de geleceğine yönelik kafa yormadılar.


KKTC'yi "arka bahçe" olarak kullanmayı da ihmal etmediler. Hali hazırda Ergenekon Davası sanıklarından şu anda 10'unun aynı zamanda KKTC vatandaşı olması çok düşündürücü değil mi? Bu ülkede "Ergenekon " dendiğinde bazılarının boşuna "eli ayağı dolaşmıyor".


Türkiye'de olduğu gibi KKTC'de de 2002 öncesi iktidarlarının işbirlikçileri "düzenlerinin sonsuza dek devam edeceğini" sanmaktaydılar.


Türkiye'de hesap verenlerin sık, sık "aklımız almıyor" diye açıkladıkları bu durumu KKTC'de "aklı almayanlar" olduğunu hal ve davranışları ile sergileyenleri hep birlikte izlemekteyiz.


Türkiye geçmişi ile hesaplaşıyor. Kendine çeki düzen veriyor. Her geçen gün "daha fazla sözü geçen" güçlü bir devlet olduğunu izlemekteyiz. Türkiye'deki gelişmelere paralel olarak KKTC'de de olması gerekenler gecikmeli de olsa artık gündeme gelmek zorunda.


Sadece Türkiye'nin değil KKTC'nin de bir başkanlık sistemine ihtiyacı var. Kamu Reformu şart. Yeni bir seçim sistemi ve ülke milletvekilliği bir olmazsa olmaz. Türkiye'de olduğu gibi "geçmişiyle hesaplaşmak" zorunda Kıbrıs Türk Toplumu da.


Genç dinamik ve çağdaş isimlere şans vermeyen ve de geçmişin hatalarını tekrarlamaktan başka bir pratiği olmayanlarda direnen bir sistem şu anda yaşamakta olduğumuz gibi krizlerle boğuşmaya mahkumdur.


İşte mahkeme kararının bence doğru okunması "KKTC'nin dönüşümü" ve modern, demokratik ve de güçlü Kıbrıs Türk Devleti'nin sağlam temeller üzerinde yükselmesi için kolların sıvanması anlamına gelmektedir.