"Özellikle Avrupa Birliği'ne sesleniyorum: Hiç rahatsız olmasınlar, çünkü bu bizim hakkımız. Bu sorun artık AB için bir namus meselesidir, bunu böyle ele almak durumundadırlar. AB, ya 2004 yılında yaptığı tarihi hatadan geri dönerek, 26 Nisan 2004 tarihli Konsey kararını uygulayacak ve KKTC ile ticaretin önünü açacak ya da Rum kesimini şımartmaya devam ederek, ömür boyu bu kara lekeyle yaşamak zorunda kalacak." 

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yukarıdaki sözleri çok açık. 

Kıbrıs konusunda Türkiye'den son uyarılar diye de tanımlayabiliriz durumu. 

"Tutulmayan sözlerin, atılmayan adımların, cevabı verilemeyen soruların bedelini artık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ödemeyeceğini herkesin bilmesi ve bu düşünceyle hareket etmesi gerekir. Kaldı ki KKTC adına Güney Kıbrıs'ın herhangi bir tasarrufta bulunma yetkisi, hakkı yoktur. Bölünmüş bir ada hakkında Kuzey hakkında herhangi bir yetkiye sahip değildir, kendileri çalarlar, kendileri oynarlar. Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylık sürecindeki mevcut engellerin aşılmasının bedeli, hiçbir şekilde Kıbrıs Türkleri'nin yalnız bırakılması olamaz.'' diyen Başbakan Erdoğan AB'ye "Tükiye'nin sabrının kalmadığı" mesajını çok açık bir şekilde verdi. Bazıları KKTC'de her fırsatını bulduklarında Başbakan Erdoğan'ın elbette yüzüne söyleyemediklerini arkasından dile getriseler de ve hem onun hem de Türkiye'nin başarısız olması için yatıp kalkıp dua etseler de çabaları nafile! 

Hangi siyasi görüğü benimsersek benimseyelim ve Türkiye İç Politikası'nda farklı yerlerde olalım kabul etmemiz gereken bir gerçek var. Türkiye ve Başbakanı her fırsatta Kıbrıslı Türkler konusunda dünyaya kafa tutmaya devam etmekte. 

KKTC'de Türkiye'nin bu çıkışının desteklenmesi gerekiyor. 

Her ne kadar bazıları başka işlerle meşgul olsalar da! 

Kıbrıs açısında çok hassas bir dönem geçirilmekte. Adanın çevresindeki denizler savaş gemisi dolu. Göklerde ise bol sayıda savaş uçağı. 

Kıbrıs konusu ile ilgili kızışan ortamda uluslararası düzeyde belki de AB'nin aklının başına gelmemesi durumunda AB Türkiye ilişkileri 2012 yılında hiç birimizin tahmin edemeyeceği boyutlarda sorunlarla dolu olacak. 

Kıbrıs konusunda çok uyanık olunması gereken ve Türkiye ve KKTC olarak Kıbrıslı Türklerin çıkarlarına yönelik olarak tek bir ses olma zorunluluğunun olduğu bu süreçte Lefkoşa'da birileri "Cumhurbaşkanı'nın 2,5 milyonuyla" meşgullar. Elbette o da bir konu. Ancak bir iç politik kavga malzemesi olarak değerlendirilen bu konu KKTC'nin hali hazırdaki öncelikli sorunu mu? 

Söz konusu şahsiyetin yaşamına ve bugüne kadar aldığı görevlere bakacak olursak belki de açıklaması kolay bir rakam şu anda manşetlerin ana malzemesi haline geliyorsa bir düşünmekte yarar var. 

Komik bir ülkedeyiz. Bir gazete kendilerine verilen "Wikileaks belgelerini" içerik kendi çevrelerine dokunduğu için haftalarca kullanmaktan kaçındıktan ve onlar başka gazeteler tarafından yayınlandıktan sonra aniden bu konuyu keşfedip ve de ilginç bir şekilde sadece karşıtı olduğu çevrelerle ilgili bilgiler aktararak güya habercilik yapıyorsa ya gülüp geçmek ya da ülkenin içinde bulunduğu duruma bakıp üzülmek gerekir.

Bu örnekleri çoğaltabilirim. 

KKTC ve Kıbrıslı Türkler ile ilgili gelişmeler konusunda yaşanan süreç belki de ilk defa bu derece nihai sonuçlara gebe iken "sadece ve sadece iç politik hesaplaşmalar uğruna" KKTC'nin elinin zayıflamasına yol açacak adımlar serisinde ısrar edenler acaba bu faaliyetlerinin zamanlamasının kendilerinin de istemediği şekilde başkalarına yaradığının farkındalar mı? 

Neyseki Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti var ve KKTC'ye gereken desteği çok açık ve net bir dille tüm dünyaya ilan etmekte. 

TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Kuzey Kıbrıs Halkı'nın gözüne "öcü" gibi göstermeye çalışan çevrelere en güzel cevaptır onun Kızılcahamam'da dün yaptığı açıklamalar!