İKİ gündür “köstebek vakası” ile aklıma yatmayanları yazıp çiziyorum.

Dün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu aradı.
“Yazdıklarınızı okudum” dedi. Ardından da “Köstebek vakası” ile ilgili olarak yazdıklarıma ilişkin görüşlerini açıkladı.
Söyledikleri şunlar:
* * *
-  DAKİKA DEĞİL SANİYE: İçişleri Bakanlığı’ndan Kırıkkale Belediye Başkanı’na telefon geliyor, bu telefonun gelmesinin hemen ardından Kırıkkale Belediye Başkanı, Deniz Feneri tutuklusu Mustafa Çelik’i arıyor. İki telefon arasındaki süre sizin yazdığınız gibi “iki dakika” değil, “iki saniye”.
-  SABİT TELEFON BELEDİYE’NİN: Kırıkkale Belediye Başkanı “Ailelerimiz de görüşüyor, o yüzden sabit telefondan aradım” diyor. Ancak Belediye Başkanı’nın aradığı sabit telefon, evindeki telefon değil. Kırıkkale Belediyesi’ne kayıtlı sabit telefon... Tabii Belediye Başkanı’nın evindeki telefon, belediyeye kayıtlı değilse...
-  SANIK İTİRAF ETTİ: Biz neyi tartışıyoruz? Zaten Deniz Feneri tutuklusu İsmail Karahan, savcılığa verdiği ifadede “arama haberi bize iletildi” diye açıkça itiraf ediyor. Karahan “aramayı bize haber verdiler” diyor. Böyle bir itiraf var elde.
-  KORUMA MÜDÜRÜ: İçişleri Bakanlığı Koruma Müdürü, savcılıkta ifade verdi. Bütün ifadeler ortada ama Koruma Müdürü’nün verdiği ifade gizleniyor. Neden? Açıklasınlar o ifadeyi...
-  UYARININ AMACI: Yazınızda “arama yapılacağı zaten belliydi, bakanlıktan neden uyarı gitsin?” diyorsunuz. Telaş içinde durumu haber vermiş olabilirler. Belgelerin saklandığı yerlerin değiştirilmesini istemiş olabilirler.
-  SSK DÖNEMİM: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, bu iddiaları dile getirdiğim için “O önce SSK döneminin hesabını versin” diyor. Buyursunlar. Ben hazırım. Devlet ellerinde. Hesap sorsunlar benden... Soruşturma başlatsınlar. Neden sormuyorlar, neden başlatmıyorlar?

Dikkatimden kaçmayanlar

-  YENİ dönemi en iyi anlatan ifadelerden birini Cüneyt Özdemir bulmuş. Radikal’deki yazısının başlığı: “İnşaat Ya Resulullah!”. Bu buluş “mücahitler müteahhit oldu” buluşunu kesin döver.
-  Başörtüsünün üzerine gidildiği günlerde hiç seslerini çıkarmayanlar, bugün başörtüsü konusunda nasıl da aslan kesildiler.
-  Ruşen Çakır, CHP’lilere “Bırakın medyadan şikayeti... Medyayla bir şey yapamazsınız. Hatta medya size düşman olsa daha iyi olur” mealinde bir yazı yazmış... Tamamen katılıyorum.
-  Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, alkole, sigaraya, otomobile, telefona gelen zamları soran Mehmet Ali Birand’a şöyle demiş: “Yapılan zamlar 74 milyonu tek tek ilgilendiren bir konu değil. Zam yapılan ürünler belki sizin gibi birkaç kişiyi kapsıyor.” Benim bildiğim Mehmet Ali Birand sigara içmez. Alkole de düşkün değildir. Ayrıca bunları kendine dert etmeyecek kadar parası da vardır. Yani Birand, doğru örnek olmamış.

Bir İsrailli neye bedeldir

BİR Türk’ün neye bedel olduğunu gayet iyi anladığımızdan dolayı olacak, artık “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü pek ağzımıza almıyoruz.
Hatta o sözü alay konusu haline getirmeye başladık.
* * *
Bir İsrail askerinin serbest bırakılmasına karşılık olarak bin Filistinli tutuklunun serbest bırakılacağına dair gelişmeleri takip ederken...
“Bir Türk dünyaya bedeldir” sözü aklıma geldi.
Demek ki...
O sözün Ortadoğu’da “Bir İsrail askeri, bin Filistinliye bedeldir” diye bir karşılığı var.
Üstelik bu söz “üfürme” değil, sımsıkı bir gerçek.

Kılıçdaroğlu’nun anlattığı fıkra

KEMAL Kılıçdaroğlu’na dedim ki:
“Köstebek olayında açıkladığınız telefon trafiği dikkat çekici... Ortaya koyduğunuz iddialar, kuşkuyu kuvvetlendiriyor. Fakat yine de elinizde ‘telefon görüşmelerinin içeriği’ yok. Sadece telefon trafiğini ve sonrasında olup bitenleri dile getirebiliyorsunuz. İddianızı bunlara dayandırıyorsunuz. Hukuki olarak güçlü değilsiniz.”
Kemal Bey’in verdiği cevap şu oldu:
“Bu söylediklerinize bir fıkra ile yanıt vermek istiyorum. Lütfen bu fıkrayı da yazınız.”
İşte Kemal Kılıçdaroğlu’nun anlattığı o fıkra:
* * *
Adamın biri karısının kendisini aldattığından şüpheleniyormuş. Bir dedektif tutmuş ve dedektiften her gün karısını takip etmesini, her ayrıntıyı not alıp bildirmesini istemiş.
Birkaç gün sonra dedektif, adama takibinin sonucunu bildirmiş:
DEDEKTİF: Karınız evden çıktı, taksiye bindi. Filan otele gitti.
ADAM: Sonra ne oldu?
DEDEKTİF: Lobide bir adamla buluştu, birlikte yemek yediler, sonra otel odasına geçtiler.
ADAM: Sonra? Sonra?
DEDEKTİF: Ben hemen odanın penceresinden içeriyi gözetlemeye başladım.
ADAM: Ne oldu odada?
DEDEKTİF: Soyunmaya başladılar.
ADAM: Sonra? Sonra? Çabuk anlat.
DEDEKTİF: Tam o anda odanın perdesini kapattılar. Ben de devamında neler olduğunu göremedim.
ADAM: Ah işte ah! Bu şüphe var ya bu şüphe... İşte bu şüphe beni mahvediyor arkadaş!

Cumartesi mesaisi gelirse

-  Cuma akşamüzeri esmeye başlayan tatil rüzgârı esmez olur.
-  Cuma geceleri geç saatlere kadar eğlence tarihe karışır.
-  Cumartesi geceleri ortaya çıkan kalabalık daha da artar.
-  Eğlencenin bütün yükü cumartesi gecelerinin üstüne biner.
-  “Hafta sonu kaçamağı” tarih olur.
-  Cuma gecesi yola koyulup yakın yerlere kaçış planları suya yatar.
-  Sadece bir günlük tatil söz konusu olacağından Pazartesi günleri sendrom yaşanmaz.

AK Parti tabanı türban için neden partisine kızmıyor

MECLİS’teki türban sorununun halledilmesi için muhteşem bir fırsat doğmuş.
Fakat o da ne?
Türban konusunda duyarlı olması beklenen AK Parti, bu fırsatı değerlendirmekten kaçınıyor.
Peki bu durumda AK Parti tabanı, neden “Bu fırsat tepilir mi” diye isyan etmiyor? En küçük bir itirazda bulunmuyor? Neden sesler yükselmiyor?
* * *
Sanırım bunun beş nedeni var:
BİR: Taban liderliğe sonsuz bir güven duyuyor.
İKİ: “Bizim için hayırlı olan neyse Tayyip Bey onu zaten yapar” duygusu tabana egemen olmuş durumda.
ÜÇ: “Şu anda bu konuda adım atmadıklarına göre henüz zamanı gelmemiştir” diye düşünülüyor.
DÖRT: Türban konusunu gündeme getiren BDP’ye güvensizlik duyuluyor.
BEŞ: Türbanı kişisel yaşamlarının odağına yerleştirmiş bir heyetin, türban sorunu konusunda duyarsız olabileceği akıllara yatmıyor.