Doğanın sınırları yok, ambargosu da yok. Kuşlar, kediler istedikleri gibi bir taraftan diğerine geçiyorlar.

Kıbrıs’ın Türk kesiminden bir tiyatro topluluğu bir oyun oynamak üzere Kıbrıs Rum kesimine geçmek istese neler olur? Dekorasyonları yüklediğiniz kamyon sınıra tersinden yanaşır. Sınırın öte yanından bir kamyon da aynı şekilde yanaşır. Dekorları bir kamyondan diğerine naklederiz ve ancak o şekilde sınırı geçebiliriz. Oyunu orada oynamak ancak böyle mümkün olabilir.”
Doçent Dr. Mehmet Hasgüler Lefkoşa’daki konuşmasına bu örnekle başladı.

Kapalı bir mekânda KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nu dinliyoruz. Dışarıda insanı cezbeden güzel bir sonbahar havası. Umutlu olmak için her şey var ama Kıbrıs’ın Türk kesiminde umutlu bir havadan söz etmek o kadar kolay değil.
Otelin penceresinden bakıyorum, her taraf yeşillikler içinde. Portakal bahçeleri, ‘çaresizliğe’ direnircesine varlıklarını sürdürüyorlar.

‘Uluslararası İzolasyonlar Sempozyumu’ndayız. Toplantıyı KKTC Cumhurbaşkanlığı düzenliyor. Organizatörler ise Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ile KKTC Lefke Avrupa Üniversitesi.
Doç Dr. Mehmet Hasgüler, Kıbrıslı bir akademisyen. Yıllardır barışçı bir çözüm için çabalayanlardan. Çok da sıkıntısını çekti. Bu üç günlük sempozyumun arkasındaki isim.

Kıbrıs sorunuyla Türkiye kamuoyu eskisi kadar ilgilenmiyor. Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) iktidarı döneminde bir umut doğmuştu. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın planı, Kıbrıs’ın birliği şansı için bir dönüm noktasıydı. Kıbrıs Türkleri de Türkiye kamuoyu da ikiye bölünmüştü. Rauf Denktaş’ın başını çektiği kesim, ‘Plana hayır’ söyleminde ısrarcıydı. AK Parti hükümeti ve dönemin başbakanı Mehmet Ali Talat (ki daha sonra cumhurbaşkanı seçildi) ise planın kabul edilmesini istiyorlardı. Sonuçta planı Türk tarafı kabul ederken Rum tarafı reddetti.

Rumların böyle bir yol izlemesi anlaşılabilirdi. AB üyeliğini elde etmişlerdi. Maalesef o dönemde Türkiye’ye egemen olan irade, daha çok askerin ve çözüm karşıtlarının iradesiydi. Kıbrıs konusunda son çözüm umudu 2002 Aralık ayında doğmuştu. AK Parti iktidarı henüz yeniydi ve Denktaş’ın AB üyeliğinin önünü kesen tavrına engel olunamadı. Kıbrıslı Rumlar üyeliği elde ederken ‘retçi’ Denktaş ekibi üyeliğin dışında kalmayı sağladı. Bu bir anlamda yıllara yayılacak bir olumsuzluğun temeliydi.
KKTC’de Mehmet Ali Talat, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Dimitris Hıristofyas’ın cumhurbaşkanlıkları dönemi bir şanstı. İki lider de çözüme yatkın bir görüntü çiziyorlardı.

Tek handikap, Kıbrıs Rumlarının AB üyeliğini elde etmelerinin rahatlığı içinde olmalarıydı. Yorgunu yokuşa sürdüler. Bu dönem başarısızlıkla kapandı. Bu dönemdeki temel sorun ise KKTC’ye uygulanan izolasyonlardı. AB üyeleri bu izolasyonların kaldırılacağı sözünü vermelerine rağmen bir adım atmadılar, atamadılar. Gerekçeleri de Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir ülke olarak limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti’ne açmasıydı. Bu konuda bir Gümrük Birliği protokolü imzalanmış, adım atılacağı sözü verilmişti. 

Derviş Eroğlu: Rumlara baskı yapılmalı
Derviş Eroğlu’nun izolasyonlara yönelik yaptığı konuşmanın pek umutlu olduğu söylenemez. “Kıbrıs Rum tarafında motivasyon yok” diyor. Eroğlu’na göre, AB üyeleri onlara baskı yapmadıkça bu izolasyonların kalkması da mümkün değil, çözüm için bir adım atılması da.

Eroğlu, bir noktaya dikkat çekti: “Müzakereler ucu açık yürütüldüğü müddetçe bir netice alınamaz. Çünkü bugüne kadar konuşulmadık konu, ele alınmadık sorun kalmadı. Her şey biliniyor ve herkesin tavrı ortada. Bundan sonra uzlaşma için ne yapılabilir? İşte burada Batı’nın devreye girmesi ve çözüm için Kıbrıs Rumlarını uyarmaları gerekiyor. ‘Görüşün’ demekle bir yere varmak mümkün değil.”

Toplantı salonundan çıktım. Salondaki kasvetli hava, Kıbrıs sorununda çok da umutlanacak bir hava olmadığını gösteriyor.
Doç. Mehmet Hasgüler, “Doğanın sınırları yok, ambargosu da yok. Kuşlar, kediler, köpekler sınırları falan bilmiyorlar ve istedikleri gibi bir taraftan diğerine geçiyorlar. Sınırları biz insanlar yaratıyoruz. Sınırları zihnimizde oluşturuyoruz. Sorun bunu aşabilmekte” diyordu.