Bir şey öğrenmeyi bıraktığı zaman!

Bundan iki yıl önce Atina’ya gitmiştim. İstanbul’a dönerken uçakta bir tanıdığa rastladım. “Eee” demişti. “Yunanca öğrenecek misin?”

Niye bunu böyle pat diye sormuştu bilmiyorum. Hiç böyle bir şey aklımda yoktu. Türkiye’de Yunanca öğrenilebildiğini bile bilmiyordum. Koltuğuma oturunca aynı soruyu bu sefer kendime sordum. Düşünür müydüm öğrenmeyi?

***


40’ıma girdiğim yıldı. Yaşayacağım zaman yaşadığımdan daha az olacak artık. Bu gerçek, beynimi ara ara karıncalandırıyordu.

Kendiliğinden gelen cevabım “bu yaşından sonra öğrenemezsin, hem zaten öğrensen ne olacak?” idi.

Bu çok “mantıklı” gibi görünen cevap benim sonumu işaret ediyordu.

İşte o an fark ettim ki ben ölmeye başlamışım. Beynimin kepenkleri ufak ufak inmeye başlamış.

Hayatın yegâne manasının “öğrenmek” olduğuna inanan birinin kuracağı cümle olabilir miydi bu?

Bu yaşımdan sonra öğrensem ne olacakmışmış..

Hem zaten öğrenemezmişim...

Bu leş cümleleri kurduğuma inanamadım!

Demek en önce beyin buruşuyormuş...

***


Bir saatlik yolculukta kendi “yeni” gerçeğimle yüzleşmenin önce şokunu, sonra hüznünü yaşadım. Annesinde Alzheimer başladığını öğrenen biri gibiydim. Kendimi feci bir şekilde hayal kırıklığına uğratmıştım.

Hem üzüldüm hem utandım.

Mesela Yunanca, İtalyanca, pancar yetiştirme teknikleri, ikebana veya muhasebe değildi. Mesele benim herhangi bir şeyi öğrenmeyi nedensiz reddetmemdi.

***


Dört ay sonra Yunanca derslerine başladım. İşim müsait, vaktimi deli gibi çalan çocuklarım yok, eh buna ayıracak param da var. Ve en önemlisi bir motivasyonum. 40 yaşımda yeniden âşık olmuştum. Yani ölü değildim ve bunu yepyeni bir şey öğrenerek taçlandırmalıydım.

Kendi öğrenme yöntemimi bu kadar yıl sonra çözmüştüm. Her gün olmak üzere arka arkaya on özel ders olmalıydı. Gevşemene izin olmadan ertesi gün bir kez daha, ertesi gün bir kez daha. O kadar ki bulaşık yıkarken, duş alırken, yürüyüş yaparken fiil çeker hale gelmem lazımdı. Oldu da.

Sonrası arkadaşlar, çorap söküğü gibi geldi. İnternet devrinde bir şeyi öğrenememek diye bir şey yok. Azı paralı çoğu parasız yüzlerce dil öğretme sitesi var. Yunancasından Rusçasına, Arapçasından Svahilicesine kadar... Iphone application’lar var. Kimse “çok istedim ama imkânım olmadı, param yoktu, vaktim uymadı, babam yollamadı” demesin. En aptalından bir bilgisayar ve internet bağlantısıyla insanın yapamayacağı şey yok. Antropologların şu yaşadığımız çağa “internet çağı” ismini takmaları lazım. Bu devre yetişip interneti sonuna kadar kullanabildiğim için kendimi (google deyimiyle) “çok şanslı hissediyorum”.

Bu arada Yunanca hiç kolay bir dil değil. Başka hiçbir dile benzemiyor. Kripto çözmek gibi. Sadece alfabeden söz etmiyorum, dilin kendisi de öyle. Tıp ve felsefe terimleri dışında hiçbir yerden tutturamıyorsun. “Kardia mu” diyor (kalbim) hah diyorsun kardiyoloji! “Pedia” diyor (çocuk) hah diyorsun pediatri! Hiçbir şey tanıdık değil. Pardon! Bir yerden daha tutturuyorsun: Türkçeden! Meğer ne kadar ortak kelimemiz varmış! Bizden onlara, onlardan bizlere yüzlerce kelime geçmiş.

***


Bu kadar lafı niye ettim?

Size bu satırları Selanik’ten yazıyorum. İki yıl önce uçakta “Yunanca ne işime yarayacak ki, zaten öğrenemezsin” derken şimdi kendimi burada bir dil seminerinde buldum. Türkçe Yunanca tandem (ikili) bir dil semineri. Bir sınıfta Yunanlar Türkçe, bir sınıfta Türkler Yunanca öğreniyor. Sonra bir araya geliyoruz ve her iki dilde konuşuyoruz. Sonra beraber yemeğe çıkıyoruz, bazen beraber film izliyoruz hatta pazar günü beraber Olympos Dağı’na çıkacağız...

Açıkçası başvurumu yaparken beş altı kişi falan oluruz diye düşünmüştüm. Meğer büyük ilgi varmış. Toplam 40 kişiyiz ama başvuruların sadece yarısını kabul etmişler. Başvurumu yaparken nerede kalacağımı da bilmiyordum. Ucuz bir otel arıyordum. Bir gün sonra “adres” zembille indi: Arkadaşımın Selanik’te yaşayan arkadaşı varmış! Kıza sordum, “adres şu, komşudan anahtarı al, istediğin kadar kal” dedi.

Şunu anladım: Allah isteyene yardım ediyor. Bir şeyi öğrenirken “ne işime yarayacak” dememek lazım. Anın keyfini çıkarmak lazım.

Az evvel sokakta bir tabela gördüm. Üzerinde Yunan alfabesiyle “Bit Pazari” yazıyordu. Gülümsedim kendi kendime. Beynim yaşıyor, anın keyfi ise Yunancada Türkçe kelimeleri bulmak..

(Vatan gazetesinden alınmıştır)