Başlangıç yeri Amerika Birleşik Devletleri olan 2007 yılı global ekonomik krizinin yarattığı çalkantı ve durgunluk İngiltere için sona erip normalleşme süreci hüküm sürmeye başlamıştır diyebiliriz. Bunun işaretlerinin alınmasının hemen ertesine denk gelen seçimler Torileri pek de beklemediği bir zafere taşımış olup, tek başlarına iktidar olarak daha rahat karar almalarına olanak sağlamıştır.

Mayıs ayında yapılan seçimler büyük sürprizleri beraberinde parlamentoya taşımıştı. İskoç Ulusal Partisi bölgedeki 59 sandalyenin 56 sını alarak burada sadece ben varım dedi. Seçim sisteminin azizliğine uğrayan UKIP ise %3 olan oy oranını %12 ye çıkardı. Bunlar ileride Birleşik Krallık siyasi ve ekonomik olaylarını çok ciddi şekilde etkileyip sonuçlar yaratacak gelişmeler.

Muhafazakar Parti tek başına iktidar oldu ve hemen sonrasında AB den ayrılmak için çalışmalarını artırdı. AB den ayrılma konusunda farklı düşünen İskoç Ulusal Partisi gelecek sene yapılacak bölgesel seçimler sonrasında Birleşik Krallıktan ayrılmak için yeni bir halk oylaması hareketi başlatabilir. Ayrıca UKIP taraftarları verdikleri oyların kendilerini temsil edecek şekilde parlamentoya yansımaması sonucu mutsuzluklarını dile getirmeye başlayacaklar.

Yukarıda bahsedilen her bir olay tek başına dahi ülke ekonomisini sarsmaya yeterli. Bunların aynı anda olduğu ve olmaya devam edebileceği düşünülünce düzelen ekonomiyi bundan sonra hangi fırtınalarin beklediği ve nekadar etkili olabileceği daha iyi anlaşılabilir.

AB den ayrılma konusu gündeme gelince İskoçya’nın halk oylamasında ayrılmaması için yapılan çok uluslu baskıların benzeri şimdi Londra’nın merkezinde yaşanıyor. Bazı bankalar ve finans kuruluşları AB den çıkılması durumunda merkezlerini ülke dışına çıkaracakları tehdidinde dahi bulunuyor. Bunun ekonomiye etkisi nekadar olur hesaplanması gerekiyor. Bu konuda İngiltere’nin en büyük avantajlarından birisi kağıtları boyayarak 53 üyesi olan Commonwealth Topluluğu Ülkelerine verip karşılığında istediği mal ve hizmeti alıyor olmasıdır. 

Belki de AB para biriminin kullanıma başlayacağı dönemlerde kararlar tüm üye ülkeler için bağlayıcı olsaydı bugün Euronun hali bukadar içler acısı olmaz buna ek olarak AB içinde Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi doğru yönetilemeyen ekonomiler daha çok kontrol altında tutulabilirdi. En önemli konu ise Dünya ekonomisinde kullanılan değişim aracının lideri olan ABD doları liderliğini sürdürse bile Euronun kullanım alanı çok daha fazla olacağı için dolar hegemonyası daha az hissedilecekti. AB para birliğine karar verdiğinde en büyük direnç dolardan geldiğine göre doğal olarak İngiliz para biriminin tedavülde kalması en fazla ABD nin hoşuna gitti. Bu fikri destekledi diyebiliriz.  Böylece parçalanan kuvvetler hiçbir zaman doların karşısında bir rakip olarak bulunamadılar.

Son dönemlerde ortaya çıkan tablo AB de fikir birliğinin kaybolduğu yönünde yorumlanabilir. Ekonomisi zorda olan üye devletler durumdan memnun değil. Kendilerine daha fazla yardım edilmesini istiyorlar. AB nin patronları ise artık yeter kendi başınızın çaresine bakın diyecekleri sırada, bazı yasaları çıkarıp uygulaması kaydıyla Yunanistan’a yardım musluklarını açtılar.