21’inci yüzyılda her toplumda olduğu gibi Türkiye’de de inancı olmayan insanlar var. Bunlar ya çekindiklerinden, ya inançlı insanları rahatsız etmemek için ya da sadece rahat bırakılmak için sessiz kalırlar. Özellikle bugün bu insanların da var olduğunu ve onların durumunu tartışmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Türkiye’nin geleceğinin, bu mutsuz azınlığın haklarını nasıl koruyacağımızla bağlantılı olduğunu biliyorum. Bu konuyu işlemek için özellikle dini duyarlılıkların artmış olduğunu tahmin ettiğim bugünü seçtim. Çünkü insanlar “öteki”lere yaklaşımlarında kendi duyarlılıklarını ötekilerin duyarlılıklarını da göz önüne alıp düzenlediklerinde ancak o zaman modern olabiliyorlar. 21’inci yüzyılda var olmanın başlıca şartı bu; global dünyada başarılı insan ancak böyle olunabiliyor.

 

BİREYLERİN YÜZYILI

Dünya sistemi bir süredir yeni baştan kuruluyor, ekonomik ilişkiler yeniden oluşturuluyor, üretim ilişkileri yeni kurallara bağlanıyor, yeni kültürler oluşuyor, 21’inci yüzyıla özgü global düzen oluşmaya başladı. Bu düzenin belirleyici özelliği, artık sınıfların, milli grupların, inanç alt gruplarının veya başka bir kolektif varlığın belirleyici olmadığıdır. Artık yeni dünya düzeninde sadece “bireyler” var. Bireyi eskiden belirleyen sınıfsal özellikler, ekonomik koşullar, kültürler artık belirleyici olamıyor. Dünyadaki her birey sınıfına, ırkına, dinine bakmadan dünya sistemi içinde isterse var olabilir ve birey olarak hızla yükselebilir.

 

BİREYSELLEŞME SÜRECİ

Dünyanın böylesine bireyselleşme süreci, sosyal medyalarla, internet kültürleriyle ve popüler kültürle destekleniyor. Dünyada anlatılan yeni başarı hikâyelerinde birey olarak verilen mücadeleler ve yükselişler tanımlanıyor.

 

BİR GERÇEK HİKÂYE

Örneğin, bir akıllı genç, köydeki evinde internet bağlantısını kullanarak, uluslararası bir üretim sürecini başlatabilir, bir uluslararası fabrika kurabilir, üretilen malları da farklı ülkelerde satıp büyük paralar kazanabilir. Bu anlattıklarım, yaşanmış olaylardan alınmış bir örnektir. Şimdi bu imkânların var olduğu bir dünyada insanları sadece milliyetleri, ırkları, cinsiyetleriyle ve inançlarıyla tanımlamak mümkün değildir. Diğer özellikleri ne olursa olsun bireyi artık sosyal dinamiklerin asıl belirleyicisi olarak göreceğiz ve dünya sisteminin artık asıl oyuncusunun ülkeler, sınıflar veya ırklar değil bireyler olduğunu kabul edeceğiz. Yeni dünya sisteminin işleyişini anlayan ve global düzenin yeni kurallarını kavrayan yeni bireyler, temelde 19’uncu yüzyıla ait olan kavramlarla kendilerinin tanımlanmasından kurtulmaya çalışıyorlar. Artık bireyi birey olarak tanımlayan sınıfsal aidiyeti ve milliyeti değil, asıl belirleyici mesleki başarı, bireysel beceri, risk alma becerisi, dünyanın yeni kurallarına rahat uyum ve o düzeni kullanarak yükselme başarısını yakalamaktır. Dünyada bu sistem çoktan işlemeye başladı; bizde ise gençler bunun farkındalar ama konu genelde pek tartışılmıyor. Ben CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bu konularda düşünmeye başladığını fark ettim.

 

İNANÇTA DA KURALLAR YENİDEN KOYULUYOR

21’inci yüzyılda bahsettiğim dinamiklerle ayakta kalıp başarı yakalayan bireyler ahlaki, yaşam tarzı ve kültürel tercihlerinde empoze edilen hiçbir fikri kabul etmiyorlar ve etmeyecekler de. Bu dünyada birey olabilmenin asıl koşulu, insanın tercihlerinde tamamen özgür olmasıdır. 21’inci yüzyılın bireyi, inançlı olmayı tercih ettiğinde o inancını sonuna kadar istediği biçimde ve daha da önemlisi inancını kendi fark yaratıcı bireysel damgasını vurarak yaşayabilmelidir. Dünyada trend bu yöndedir; inancın öneminin daha da artacağı bir yüzyılda inançların yaşanmasında bireyin kendisine özgü damgaların vurulduğuna da şahit olacağız.

 

İNANÇSIZ SAYISI DA ARTACAK

İnancın öneminin artmasıyla birlikte inançsız insanların sayısı da muhtemelen artacak. Çünkü inancın yaşanmasına da, tercihlere de bireyin vuracağı damgaların önem kazanmasıyla inançsızlığı tercih eden insanların sayısında da artma ihtimali vardır. Her ülke insanının, diğer bütün insanlara bağlantılı olduğu global bir dünyada inançsız olma hakkının bir ülkede uygulanma biçimi oluştuğunda, bunun diğer ülkelerde tamamen farklı kurallara bağlanması da güç olacaktır. İnançsızlığın yasaklandığı ülke ise tamamen dünya düzeninin dışına düşecektir, izole olacaktır. Başarısız, kalitesiz, üçüncü sınıf ülke damgalarını yiyecektir. İşte bu yüzden Türkiye, uluslararası düzeyde geçerli olabilecek bir inançsızlığı seçme ve yaşamanın kurallarını bir an önce koymalı ve seküler, demokratik Müslüman bir ülke olarak bu konuda da öncü rolü oynamalıdır.

 

Yıllardır yaptığım

 

BEN yıllardır, inançlı insanların mutlu ve tamamen özgür olduğu toplumlarda inançsızlığı seçenlerin de mutlu olabileceğine inandım. Yani kendimin tam mutluluğu için, daima inançlı insanların mutluluğu yakalamaları doğrultusunda yazılar yazdım, tavırlar koydum.

AKP'nin iktidara gelmesiyle cumhuriyetimiz nihayet inançlı insanlarına daha rahat ve daha mutlu olmanın yollarını açtı gibi gözüküyor. Ancak Türkiye'de inançsızlığı seçmiş insanlar da olabileceği ve onların bir azınlık olarak haklarının yaşam tarzlarının koruma altına alınması gerektiği unutuluyor gibi.

Bu yazıyı bugün yazmayı tercih ettim; çünkü ramazan ayına girilmiş olabilir ama aynı zamanda bu günlerde bir Anayasa yazılmakta olduğunu da hiç unutmamalıyız. Eğer siyasiler, ileri demokrasi söylemlerinde dürüstlerse bu konuları özellikle bu ay içinde hatırlamaları gerekmektedir.

 

Artık sıra bana geldi

 

ARTIK kendimi yaşlı olarak tanımlayabileceğim günlere ulaştım. Geçmişe dönüp bir baktığımda, yaşamımın ağırlıklı bölümünde kendim gibi olmayan, hayat tarzımı paylaşmayan, farklı düşünen insanları daima dışlamadan anlamaya çalıştığımı görüyorum.

Onları daha iyi anladığımda benimsemediğim hayat tarzlarını korumak için elimden geleni de yapmışım. Bu dediğimin istisnaları da olmuştur tabii ki ama hayatımın önemli vurgusunun bu olduğunu söyleyebilirim.

Şimdi de artık sıra bana geldi. Bundan sonra hiçbir inancımı, fikrimi değiştirecek değilim. Bu yüzden bu toplumda artık azınlıkmışım gibi yaşamak istemiyorum. Bir öteki olarak benim de anlaşılma ve kabul edilme hakkım var; artık sıra bana geldi.