BAŞTA söyleyeyim, ne savcının İlker Başbuğ’a neler sorduğunu biliyorum ne de İlker Başbuğ’un cevaplarını.

Başbuğ’un ifade vermesine yol açan davayı yakından izlemeye çalışan bir gazeteci olarak onun vermekte olduğu ifadeyle ilgili kuvvetli bazı tahminlerim var.

Zaten İlker Başbuğ’un önünde iki temel seçenek var:

1. ‘Astım olan komutanlar ve subaylar bu andıcı benim bilgim dışında hazırlamış ve yürürlüğe sokmuşlar, benim haberim de andıç gazetede yayınlandıktan sonra oldu’ demek.

Bu zayıf seçenek. Çünü gerek andıcı hazırlayan Dursun Çiçek ve gerekse andıcın üzerinde imzası bulunan Genelkurmay 2. Başkanına kadar sıralı komutanlar, bu işlemin ‘Komutanın bilgisi dahilinde’ yapıldığını söylediler.

‘Komutan’dan kasıt, Genelkurmay Başkanı olarak İlker Başbuğ.

O yüzden ‘Benim haberim yoktu’ savunması pek işe yarayacak gibi durmuyor. Zaten tercih edilecek bir şey de değil.

2. ‘Evet andıç benim bilgime de sunuldu, ben de halen geçerli olan Başbakanlık Genelgesi çerçevesinde bu andıçta öngörülen işlerin Genelkurmay’a verilmiş yasal talimatın içinde olduğu kanaatine vardım’ demek...

Bana göre İlker Başbuğ, benim bu satırları yazdığım tam bu sırada üç aşağı beş yukarı yukarıdaki cümlede özetlenen şeyleri söyledi savcıya.

Başbuğ’un ‘Görevim’ dediği şeyi savcının hiç de öyle görmediği, açtığı davadan belli.

Bu savunma İlker Başbuğ’u kurtarır mı?

Bence bu aşamada hiçbir savunma İlker Başbuğ hakkında da kovuşturma başlatılmasını engellemez ama söz konusu olan eski bir Genelkurmay Başkanı olunca bir dizi hukuki boşluk karşımıza çıkıyor.

Biliyorsunuz, Anayasaya yeni eklenen maddeyle Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanları’nın Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nde yargılanmaları öngörülüyor.

Acaba Başbuğ bu maddenin kapsamına girer mi? Girerse Başbuğ’un soruşturmasını hangi savcı yürütecektir?

O sebeple, dün ifade verdiği savcının İlker Başbuğ’u soruşturmaya yetkili olup olmadığı, tutuklanmak üzere sevk edildiği mahkemenin bu işleme yetkisinin bulunup bulunmadığı vs. eminim avukatlar tarafından da, üst mahkemeler tarafından da tartışılacak.

Gerçekte karşımızda bir hayli karmaşık bir hukuki durum var.

Nedir bu ‘internet andıcı’ meselesi?
 
Ne savcının ne de yargılamayı yapmakta olan mahkemenin görev alanına girmeden, halen sürmekte olan davanın özünü ve bu öz içinde Başbuğ’un olası savunmasının nereye oturduğunu görmeye çalışalım:

- Başbakan Bülent Ecevit’in 2000 yılında yayınladığı bir genelgeden kamu kurum ve kuruluşlarından, irticai ve bölücü akımların propagandasına karşı aktif olunması istenir.

- Genelkurmay Başkanlığı ta o tarihte bu genelgeyi emir telakki eder ve ‘irticai’ ve ‘bölücü’ propagandaya karşı karşı propaganda yapmak üzere onlarca internet adresi satınalır.

- Genelkurmay tarafından kurulan ve içeriği sağlanan internet siteleri yıllarca açık kalır, buradan önemli bir kısmının yalan olduğu kanıtlanmış binlerce ‘haber’ yayınlanır.

- İrtica karşıtı siteler, 2002 sonrası iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ‘irticai faaliyetleri’ hakkında yüzlerce aleyhte propaganda haberi yayınlar. Bunların çoğu da yalandır.

- 2007 yılında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Ak Parti hakkında kapatma davası açtığında kullandığı delillerden 50’ye yakını Genelkurmay tarafından işletilen ve içeriği sağlanan bu sitelerden alınma haberlerdir.

- Anayasa Mahkemesi bu haberlerin tamamını ‘yalan’ diye niteleyerek görmezden gelir.

- 2009’da bu sitelerin Genelkurmay tarafından işletildiğine ve bir kısmının kapatılıp bir kısmının yenilenmekte olduğuna dair bir belge (andıç) Taraf gazetesi tarafından yayınlanır, Genelkurmay belgenin gerçekliğini kabul eder ama ‘Biz bu işi Başbakanlığın bize verdiği talimat gereğince yapıyoruz’ der.

- İstanbul’daki özel yetkili savcılık belge hakkında soruşturma başlatır. Aralarında emekli 1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız’ın da olduğu çok sayıda üst rütbeli subay/emekli subay tutuklanır.

Kendi hükümetine ve halkına karşı psikolojik savaşın hukukiliği

İnternet andıcı davasının özü, Genelkurmay Başkanlığı’nın kendi hükümetine ve halkına karşı psikolojik harekat yürütüp yürütemeyeceği, halka dezenformasyon yapıp yapamayacağı noktasında düğümleniyor.

Açıkçası, halen sürmekte olan dava, bu internet sitelerinin ilk kurulduğu yılları ve o yılların sorumlularını kapsamıyor. Onları kapsamadığı gibi, merhum Başbakan Bülent Ecevit tarafından çıkarılan genelgeyi de kapsamıyor.

Bizde demokrasinin hukuku çok sağlam olmadığı, hatta neredeyse hiç bulunmadığı için, bazı siyasi tartışmalar hukuki karşılığını bulamıyor.

Örneğin bir ülkenin kamu kurumunun kendi vatandaşına bilerek ve isteyerek, propaganda amaçlı yalan haber yayıp yayamayacağı konusu hukuken belirsiz bir konu.

Peki bu yalan haberlere dayalı yorum yapılabilir mi aynı kamu kurumu tarafından? Okuyucuları belli bir yöne yönlendirmek serbest midir?

Aynı şey özel kişi veya kurumlar tarafından yapılsa belki ortada hakaret ve iftira dışında suç isnadında bulunmak zor olacak ama bu işi bir kamu kurumu emrinde olması gereken hükümetine karşı yapıyorsa bunun hukuki yaptırımı nedir?

Savcı, davasını açarken bu temel demokrasi tartışmasını maalesef dikkate almadı veya alamadı, onun yerine elindeki yegane yasal imkanı kullanıp, suç isnatlarını ‘Hükümeti devirmek için gizli örgüt kurmak’ üzerinden yaptı.

Ancak, bugün savcı tarafından suç olarak görülen aynı faaliyetin bundan sonra bir daha olmayacağının, hatta bugün olmadığının bir garantisi var mı?

Kendimize demokrasi adını veriyoruz ama demokrasimizin bir hukuku var mı?