Güney Kıbrıs’ta en çok ilgimi çeken ikinci el satan dükkanların çokluğu.

Süs eşyasından, giysiye, aksesuardan müzik enstrümanlarına ne ararsanız var bu dükkanlarda.

En çok da giysi satılıyor.

Ne alırsan 1 Euro olan da var, ünlü markaların ikinci elleri de…

Müşteri segmenti, sezon modasından çok geçmişin izlerini taşımak isteyenlerden değil, hali vakti yerinde olmayanlardan oluşuyor çoğunlukla.

“Markayı ucuza alayım”dan ziyade, mağazalara çok para vermeyeyim diye düşünenlerin adresi bu dükkanlar.

Kuzey Kıbrıs’ta, İngilizlerin sayesinde yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz bu dükkanların. Cumartesi –Pazar günleri, İngilizlerin ikinci el satan pazarları kuruluyor. Sabahın erken saatlerinde kurulan ve açık artırma dahil birçok alışveriş aktivitesinin olduğu pazarlar öğleye doğru kapanıyor.

Türkiye’de de eskiden yoktu, bir süredir var. Ancak Türkiye’deki, Güney Kıbrıs’takinden çok farklı. İsmini asrileştirmişler ve “vintage” isminin kattığı Avrupai havayla müşteri profilini yükseltmişler. O yüzden de Türkiye’deki ikinci el mağazaların fiyatları, semt pazarları fiyatlarının çok üzerinde. Ünlü markaların, kullanılmış olduklarından 10’da 1 fiyata satıldığı bu dükkanlar, ihtiyaca binaen değil, marka tatmini üzerine açılmış. Anlayacağınız Türkiye’de ikinci el mağazaları Avrupa ülkelerinde veya dünyanın diğer ülkelerindeki gibi yaygın ve aynı değil.

Peki niye yaygın değil; Çünkü Türk insanı kullanmadığı eşyalarını, giysilerini parayla satmıyor. Üzerine olmayan veya yenilerini aldığından dolayı kullandıklarını elden çıkarmak isteyen kişiler, hiçbir vakit, “bu giysi şu kadar para eder” diye düşünmüyor, “bunu kime verebilirim” diyor.

Evin eşyasını değiştirdiğinde de aynı düşüncede Türk halkı. “Bu buzdolabını eskiciye versem vereceği para şu kadar. Birine veririm de Allah razı olsun der” düşüncesiyle hareket ediyor, kullanmayacağı eşyayı, giysiyi ihtiyacı olana veya hayır kurumlarına vermeyi tercih ediyor.

Şunu ısrarla söyleyebilirim ki Türk milleti dünya üzerindeki en hayırsever millet. İslamiyetin “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” mottosunu gücü nispetince uygulayan bu milletin her seferinde küllerinden doğmasını sağlayan haslet yardımseverlik.

Ki bunu tüm dünya bilir. İşte bununla ilgili birkaç söz;

“Türkler, çok hayırsever bir millettir. Çeşmesiz sokak yoktur. Hepsi hayrattır. Köylerde, yol üzerinde, hatta çöllerde çeşme yaptırmışlardır.” (Ermeni rahibi Simeon)

 

 “Bir Türk kervansarayına indim. Üç gün bedava yiyip oturdum. Hristiyanlar da aynen Türkler (Müslümanlar) gibi kabul görüyordu.” (Villamont)

 

“Zengin Türkler bol bol sadaka verirler. Zaruretlerini söylemekten kaçınanları arayıp bulur, bilhassa onlara yardımdan zevk alırlar. Borçlunun borcunu öderler. Yoksul komşularını gözetirler. Herhangi bir hayvanın acı çekmesine asla izin vermezler. Köpek ve kediler için vakıf yaptıranlar vardır.” (de Thevenot)

 

 “Bütün camiler, imaretler, hastaneler, medreseler, çeşmeler, sebiller, zenginlerin hayır eserleridir, hiç birini devlet yaptırmamıştır.” (de la Croix)

 

Atalarımızın, “Bir elinin verdiğini öbür elin bilmeyecek” uyarısından ötürü gizli gizli yapıyoruz hayrımızı.

Kimimiz az, kimimiz çok… Gücümüz yettiğince…

***

Rum kesimindeki bazı kafeteryalar “askıda kahve ve sandviç” uygulaması başlatmış, bizden bazıları da bunu örnek haber olarak sunmuş.

Askıda kahve olayını biliyorsunuz. Hani şu Batının ne denli hayırsever olduğunu anlatan hikaye!

Herkesin birbirine bir şeyler ısmarladığı, hesabı ödemek için yarıştığı bizim memlekette pek ehemmiyetsiz kalsa da anlatalım: “Napoli’de küçük bir kafedeydim. İki müşteri geldi.
‘Beş kahve, 2’si bizim için, 3 askıda…’ Beş kahve ödeyip, 2 tane aldılar. ‘Askıda kahve nedir’ diye sordum. ‘Garson bekleyin ve görün’ dedi
Başka müşteriler geldi. İki kız kendi içtikleri kahvenin parasını ödedi.
Bir süre sonra 3 avukat geldi.Yedi kahve dedi, 3’ünü içtiler ve 7 adet ödediler. Biz konuşmaya devam ederken bir süre sonra fakir bir adam içeri girdi.
Nazik bir ses tonu ile ‘Hiç askıda kahveniz var mı’ diye sordu...”

İyiliği övmek, iyilikte yarışmak iyi güzel de, Rum kesiminde birkaç dükkanın uygulamaya koyduğu askıda kahveyi ballandırmakla, Lefkoşa Türk Belediyesi’nin geçtiğimiz günlerde, maddi gücü yeterli olmayan kişileri doyurmak için hayata geçirdiği “Paylaşım Mutfağı”na, özetle  kendimize haksızlık etmiş olmaz mıyız?