Yeşilçam'da 200 filme imzasını atan Hülya Koçyiğit meslekte 50'inci yılını kutlamaya hazırlanıyor.

1963 yılında sinemaya adım attığı 'Susuz Yaz' filmi ile Türk Sineması'na yurt dışından ilk önemli ödülü de kazandıran Koçyiğit ile çok sevdiği mesleğini, diğer işi şarkıcılığı ve hayatını Bugün gazetesinden Şebnem ÖZCAN konuştu.

-Şöhretle ilk ne zaman tanıştınız?

'Susuz Yaz'da. 'Susuz Yaz' Berlin Film Festivali'nde en büyük ödül olan 'Altın Ayı'ya layık bulunmuştu. O filmde oynadığımda 16 yaşındaydım.

Büyük bir şanstı ailemin filmin  yönetmeni Metin Erksan'la tanışıyor olması ve Metin Bey'in bu kadar önemli bir film için beni seçmesi.

-Ün ve para, hiç başınızı döndürdü mü?

Yok, hiç döndürmedi. Ben kendimi hiç öyle görmedim. Zaten annem sürekli olarak bunu hatırlatıyordu. Anneannemin yetiştirdiği bir çocuğum ben. O bana zaten öyle bir felsefi dersler verdi ki, "Güvenme güzelliğine bir sivilce yeter. Güvenme parana bir kıvılcım yeter" derdi hep. Şöhret için de çalışmadım, para için de çalışmadım. Şöhret kendiliğinden geldi.

-Sizin şarkıcılık yıllarınız da var. Geçmişe dönüp baktığınızda o şarkıcılık dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İyi ki yapmışım diyorum. Müthiş bir tatmin o. Seyirciyle el ele göz göze bir sevgiyle bir şey paylaşıyorsunuz. Perdeden paylaşamayacağınız  bir şey oÖ Sonra tabiî ki belli bir amacımız vardı, film şirketini ayakta tutabilmek, istediğimiz filmleri yapabilmek için biraz maddi olarak da bizim için çok önemliydi. Çünkü sinema o parlak döneminden çıkmıştı. Ve çok az film yapılıyordu.

-Sahneden kazandığınız para sizi tatmin ediyor muydu?

O benim için yan gelirdi. Ekstra bir şeydi. Mesela bir filmde 100 bin lira alıyorsam, orada iki gecede ya da üç gecede alabiliyordum o parayı.

ÖZAL MECLİS’ E DAVET ETTİ

-Ne kadar devam etti sahne?

11 sene. 1976'da başladım 1987'de bitti.

-Peki bu işi yapan ses sanatçıları size neler dediler?

Zeki Müren Bey çok doğru buldu assolist olarak çıkmamı. Fakat dedi ki, "Değer mi bu kadar kendini yormaya. Bilsen de bilmesen de, söylesen de söylemesen de sen Hülya Koçyiğit'sin. Halk zaten seni Hülya diye seyredecek. Aman sesi de ne kadar güzelmiş, çok da güzel makam usul biliyor demez. Ama sen sana yakışanı yapıyorsun. Sen en güzelini yaparsın" diye destekledi. Gönül Yazar ile sempatimiz vardır karşılıklı.  

BENİM YERİME TÜRKAN OYNADI

-Madem bu kadar mutluydunuz, başarmıştınız, neden şarkı söylemeyi bıraktınız?

Allah rahmet eylesin Turgut Özal bana dedi ki "Sizi Meclis'e davet ediyorum." Çünkü ben sahneden kazandığım paralarla çok fazla toplumsal filmler yapıyordum. Özellikle kadınla ilgileniyordum, kadının konumunu araştırıp irdeliyordum. 'Derman'dan tutun, 'Almanya Acı Vatan' gibi kırsal alan kadınlarını, şehirde yaşayan işçi kadınlarını anlatıyordum. Turgut Özal dedi ki "Film yapmakla, gazeteye beyanat vermekle çözülmez bu sorunlar. Bu sorunların çözüleceği yer Meclis'tir. Gelin bana çalışma arkadaşı olun" dedi.  "Hemen şimdi, şu anda karar vermelisiniz" dedi. Seçimler yaklaşıyordu. "Peki" dedim. Ama seçimde kazanamadık.

-Dönem arkadaşlarınız içinde oynadığı filmi çok beğenip de, "Keşke, ben oynasaydım o filmde, bana gelseydi o rol" dediğiniz oldu mu?

Bana gelmiş bir rolü ben yapmadım. Başka bir arkadaşım yaptı. O filmi seyrettikten sonra "He demek ki böyle de olabiliyormuş" dedim. Filmin adı 'Dila Hatun' idi. Ben yapamadım, Türkan Şoray yaptı. Benim yerime Türkan Şoray oynadı.

-Sinemadan para kazanabiliyor muydunuz?

Ehh, iyi halli bir devlet memuru kazancıydı. O ayı ancak geçinebilirdik. Üstelik bugünkü gibi sponsor destekli değildik ki. Kuaförümüz bize ait, makyajımız bize ait, kıyafetlerimiz bize ait, yol paramız bize ait. Yani her türlü masrafı kendimiz üstleniyorduk. Amatördük. Bir heves uğruna çalışıyorduk, ancak da geçiniyorduk. Hele ben devamlı borç içindeydim. İdare etmesini annem ve ben beceremiyorduk. Bizim sürekli  borcumuz vardı. Kendimi hep borç öderken hatırlıyorum. O borçların biriktiği dönemler de oluyor, "Aaaaa ben bu filmde oynamam" da diyemiyorsun, "Onu da oynayayım, şunu ödeyeyim" diyorsun.

-Kazancınızın büyük bir bölümü masraflara gidiyordu demek ki?

Tefecilere gidiyordu. Sinemadan kazancımın büyük bölümü tefecilere gitti. Biz oyuncular yapımcıdan bono alırdık, o bonoları da tefecilere verirdik, bozdururduk çünkü. Elimizde para görmedik hiç.

Kötü kalpli kadını hiç oynamadım

-200'e yakın sinema filminde oynadınız. Hep iyi kalpli kadın rolündeydiniz hiç sıkılmadınız mı?

Kötü kalpli bir kadını canlandırmak istemek nasıl bir şey bilmiyorum. Kader mahkumunu canlandırabilirsiniz. O da kötü, cinayet işlemiş. Canlandırdım. Bir genelev kadınını da canlandırdım. Yani çok farklı karakterdeki kadınları canlandırdım. Ama özellikle bugünün televizyonda gördüğümüz kadın tipleri yani gücünü entrika çevirerek, onun bunun ayağını kaydırarak, onu bunu birbirine düşürerek alan kadınları oynamadım. Sevenleri birbirinden ayırarak güç kazanmış kadınları oa oynamadım. Öyle bir teklif  de gelmedi.

-Bir dönem Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın ve siz zirvedeydiniz. Merak ediyorum, hiç onların başarılı bir filmini gördüğünüz zaman, ben daha iyisini yapmalıyım diyor muydunuz?

Hemen arıyordum, bir vesileyle buluşuyorduk, öpüşüyorduk. Kutluyordum, ne kadar sevindiğimi anlatmaya çalışıyordum. Onlar da öyle, Türkan Şoray, "Filmdeki makyajın olmamış, bir daha makyajını ben yapacağım" derdi. Biz birbirimizi olumlu etkilerdik. Daha çok Türkan'la ben, Fatma kaldık. Filiz aramızdan erken ayrıldı. Fatma'yla, Türkan'ın biraz daha fazla ama benim 50 sene; hala aynı isimler zirvedeyse aynı saygın yerlerdeyse bu insanlar bir şey yaptılar bu ülkede yani.

Set ışıkları kör ediyordu

-Set kazaları yaşadınız mı?


Daha birinci filmde attan düştüm ve at tepti beni. Nal izi kaldı dizimin altında. İlk filmim 'Susuz Yaz'ı çekiyorduk o zaman. Barutlar girdi vücuduma, kristal cam kesti bileğimi. Dikiş attılar. Yarım ay şeklinde kaldı dikişi. 'Rabia Hatun' filminde setteki ışıklar yüzünden kör oldum da kurtardılar sonra. Kortizon tedavisi gördüm. 3 gün sonra gözüm yavaş yavaş görmeye başladı.

-Hiç ölümle burun buruna geldiniz mi?

En ölümcül tehlikeyi 'Derman' filminde atlattım. Fırat Nehri kışın donarmış hem de bir metre falan kalınlıkta. Su altından akarmış ama yüzeyi donarmış, onun üstünden kamyonlar geçermiş. Öyle anlatıyorlar. Bizim de kamerayı koyduğumuz  yer tam nehrin olduğu yer ve biz ileriye doğru kızakla gidiyoruz. Filmde onun nehir olduğu belli değil. Üstü buz görünüyor. Talat Bulut'la beraber kızakla karşı tarafa geçtik. Arkamızdan seslendiler, "Bitti. Stop. Artık gelebilirsiniz" diye. Tekrar kızakla döndük. Baktım kızağın geçtiği yerler su almış. İşte gerçek tehlike o. Kırıldığı anda 'hoop' diye içine alır. Çıkmanın da imkanı yok, nehirle beraber nereye kadar gidersen. Donma tehlikesi de geçirdik. Parmaklarım uyuştu, uykuya dalıyordum.

Estetik ve botoks oyunculuğu bozar

-Yıllar geçse de hep güzelsiniz, estetiğe nasıl bakıyorsunuz?

İhtiyacı olan yaptırsın ama ben hariç.

-Neden?

Herkes istediğini yapsın. Ben hala ömrüm yettikçe oyunculuk yapmaya devam etmeyi düşünüyorum. Yaşım neyi gerektiriyorsa ifademin öyle olması lazım. Farklı 'Aaaay ne kadar gergin' demesinler. Estetik ameliyat oldum diye kimse beni taktir etmez. Estetik ve botoks oyunculuğu bozar.

(Şebnem ÖZCAN - BUGÜN)