1986 yılından beri Türkiye’yi yöneten hükümetler, güvenlikten sorumlu askerler direkt veya endirekt olarak PKK ve temsilcileri ile görüşüyorlar...

Terör örgütüyle bir taraftan savaşırken, diğer yandan halkının can güvenliğini riske etmeyecek, örgüte kısmi silah bıraktıracak, stratejik taktiksel görüşmeler yapıldı Türkiye’de...

Bunu en ince ayrıntısına kadar sayfalarca anlatan kitaplar çıkıyor bu ülkede...

Türkiye imparatorluklardan beslene beslene günümüze gelen, dünyayı yönetmiş geleneklerden bugünlere uzayan, tarihi kökleri çok güçlü olan bir devlet geleneğine sahip...

Devletin içinde zaman zaman oluşan çeteler, devletin tarihten gelen köklü geleneklerini ve devlet adabını kolay kolay silemezler...

***
Türkiye gibi geçmişinde İngiltere’ye, Fransa’ya kafa tutmuş, onlarla dünya rekabetine girmiş imparatorluk kültüründen bezenmiş, köklü bir devlet elbette ki terör örgütünü etkisizleştirmek için her yolu deneyecektir...

En tehlikeli şey, terör örgütünü stratejik olarak etkisizleştirmeye yönelik yöntemlerin, “bir hesap sorma, bir ihanet, bir vatan satma” suçlamalarının ortasında kalmasıdır...

Suçu ve suçluyu ortaya çıkartmaya çalışırken, dikkatli olmalıyız...

Güçlü devletler bir yandan en ağır şekilde savaşırlarken, diğer taraftan barış için tüm dikkatlerini ve kapılarını açık tutar, fırsat kollarlar...

Turgut Özal, Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve 86’dan bu yana birçok askeri yetkili, komutan terör örgütüyle dolaylı ve dolaysız görüşmelerden haberdardı...

Bu ülkede insanların canlarını korumaya çalışmak, terörü önlemek, terör örgütünü etkisizleştirmek için her yol devlet tarafından denenecektir...

Devletin görevi de budur...

“Devlete ihanet etmeden devlet bu görevi yapar...”

Hayatı yanlış okursak, bir daha “devlette ne savaşacak ne de barışacak kimsecikleri bulamayız...”

*****
HERKES KENDİ TAKIMINI TUTUYOR...

48 saattir fikslenmiş şekilde, MİT Müsteşarı, savcının çağırısı, emniyetteki görevden alınmalar, CHP’nin Meclis’teki eylemi ve Türkiye’deki inanılmaz komplike ilişkilere fikslendim...

Her şeyi dinlemeye ve okumaya çalışıyorum...

Açık konuşmak gerekirse, “ne olduğuyla ilgili bilgimiz çok az fakat fikrimiz çok fazla...”

***


Çünkü herkes ilk andan itibaren gönül ibresinin yakın durduğu yere göre kendini konumlamış durumda...

Bir kere daha anladım ki;

Ne olursa olsun...

Herkes kendi gönül ibresi ne tarafa yakınsa, o ibreye uygun tezleri sıyırıp çıkartıyor ve onları söylüyor...

Bu oyuna bir son verelim bence...

Geçen gün bu olay çıkmadan, Uğur Mumcu’nun abisi Ceyhan Mumcu’yu dinliyordum...

Ceyhan Mumcu, “Uğur Mumcu cinayetinde bilgiye ulaşmadan sürekli komplolarla uğraştık” diyordu...

“Oysa önce bilgileri edinelim... Fikirleri sonra söyleriz...”

***
Rahmetli Uğur Mumcu da aynı şeyi söylerdi zaten:

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak...”

Son olayda bir tarafta MİT var...

Diğer tarafta, KCK davasını soruşturan savcılar...

İki taraf da devletin gizli açık, bildiğimiz bilmediğimiz nice derin bilgilerine vakıflar...

Ellerinde çok derin, gizli bilgiler ve belgeler var...

Aralarındaki çelişki bu derin bilgi ve belgelere göre şekilleniyor...

Oysa yorumcuların hiçbiri ne savcının ne de MİT müsteşarlarının ellerindeki belgeleri bilmiyor...

Üstün körü birkaç bilgi kırıntısıyla taraf oluyorlar, pozisyon alıyorlar...

Hükümet ve MİT’in perspektifiyle, savcılık ve emniyetin çalışmaları arasındaki “haklılığı” ortaya çıkartabilmek için, “farklılıkları” bilebilmek lazım...

Farklılık derken, ilke, yaklaşım ve olaylardaki somut delil farklılıklarından söz ediyorum...

Burada ne farklılık var buna kimse vakıf değil...

Ama kim kimi tutuyor?..

Herkes ona vakıf!..

*****
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

CESARET VE KORKU...

“Cesaret korkunun yokluğu değildir... Bir hedefin peşindeyken korkunun üzerine gitmeniz sizin için önemlidir...

Güvenli bir limanda yaşayıp bilindik olana tutunduğunuzda, yaşayan ölülerin arasında olursunuz...

Bilinmeyene doğru yola çıkıp risk alarak yaşamınızda yabancı yerler keşfettiğinizde hayata dönersiniz ve kalbiniz yeniden atmaya başlar...

Yaşamın macerası ve heyecanı geri gelir...

Servetinizi, korkularınızın ötesinde keşfedeceğinizi unutmayın...

Robin Sharma...”

***
O kadar karışık günler yaşıyoruz ki, bugün kişisel gelişimin ötesinde kitlesel enerjimizi doğru yöne kanatlandırabilecek bir sözü seçtim özellikle...

“Bir hedefin peşindeyken, korkularınızın üzerine gitmeniz sizin için önemlidir...” diyor Sharma...

“Bilinmeyene doğru yola çıkıp risk alarak yaşamınızda yabancı şeyler keşfettiğinizde hayata dönersiniz, kalbiniz yeniden atmaya başlar, yaşamın heyecanı geri gelir...”

Bugün hiçbirimizin “bilinmeyene doğru çıkabilecek ve risk alabilecek bir gücümüz” yok...

Çünkü Türkiye’nin “toplumsal bir hedefe kitlenmiş, ona heyecan veren, yaşamına renklilik katan, risk alma heyecanını yaşatan, kalbinin yeniden atmaya başladığını hissettiren, yaşam macerası ve heyecanı yok...”

***
MİT, PKK’yla görüşmeler yaptığı için tedirgin...

Siyaset; sorunun çözümüne katkısı olsun diye bu görüşmelerin talimatını verdiği için tedirgin...

Yargı, alacağı kararların, üzerinde nasıl bir baskı yaratacağını bilmediği için gergin...

Ordu nasıl davranırsa “terörü önler, darbeci sayılmaz, olayların sorumluluğu kendisine kesilmez...” Bu soruların cevaplarını bilmediğinden olsa gerek mütereddit...

Dün tesadüfen gördüğüm üst düzey bürokrat “Devlet içinde kimseler böyle günlerde elini taşın altına sokmak istemezler...” dedi...

Geniş kitleler tarafından benimsenen, demokrasi, özgürlük, barış içinde sivil bir Türkiye hedefini ortaya koymadığınızda, insanlarda bir enerji patlaması, geleceğe yönelik risk alıp, yeni dünyaları keşfetme macerası ve geleceği fethetme arzusu uyandıramazsınız...

Hedefi olmayanın yaşam enerjisi olmaz...

Korkularına karşı, o korkuları yok edecek hayalleri olmayanlar, yeniden hayata tutunup büyük hedefleri gerçekleştiremezler...

Herkes elini eteğini her şeyden mümkün olduğunca çekmeye bakar...

Kimsenin kendisine bulaşmaması için dua eder...

Kimselere bulaşmayarak, hiçbir hedefe kilitlenmeyerek, yaşıyormuş gibi yaşayarak hayatı doldurmaya bakar...

***
Bu korkunç gerginlikte kimin haklı kimin haksız olduğunu bilmiyorum...

Kimse de tam olarak bilmiyor zaten...

Esas yaşanan “toplumsal hedeflerimizin ve amaçlarımızın kırılma noktasına girmesidir...”

Futbolu bilenler ve yorumlayanlar, hep bir yerlerde “maçın kırılma anını” yakalamaya çalışırlar...

Çünkü bilirler ki “maçın kırılma anı”, maça sonrası için damgasını vuracak ve kesin sonucu belirleyecektir...

Türkiye bir kırılma anı yaşıyor...

O kırılma anının şu anda gergin ve karanlık bir dehliz gibi görünen karmaşık süreci ışıklı bir aydınlık gelecek haline getirmesi en büyük dileğimizdir...

Hepimizin yaşam macerasının ve keyfinin geri gelmesi bu kırılma anında yeni, barışçı ve herkesi rahatlatıcı bir toplumsal hedefin konmasıyla ve geniş mutabakatın ona kilitlenmesiyle mümkündür...

Aksi halde, maçın kırılma anı, toplumsal kırılmanın başlangıcını teşkil edecektir...

(VATAN)