Çocukluğumun bir kısmı Güney’in küçük bir kasabasında geçti.  Oturduğumuz yer, herkesin birbirini tanıdığı, en ufak bir sorunda yan yana gelip yardımlaştığı ama dedikodu mekanizmasının had safhada olduğu o küçük mahallelerdendi.

Annem 4 çocuğunu tek başına büyütmek için azami gayret gösterip iaşesini kazanma derdindeydi. Baba figürünün olmadığı evde, o rolü de üstlenen annem, beslediği iki ineğin sütünü hem satar hem de değişik protein ürünleri olarak bize sunardı.

 

Küçük bir bahçemiz ve bahçeye ekilen, nane, maydonoz, biber, dometes ve meyveler ise olmazsa olmazlarımızdandı.

 

Annem  ayrıca tavuk, civciv, koyun, kedi, köpek ne bulursa dolduruyordu bahçemize. Anlayacağınız küçük bir çiftlik gibiydi evimiz.

 

Annem mahallenin çocuklarına ve kadınlarına aynı zamanda Kuran’ı Kerim öğretirdi. O yüzden de çok severlerdi komşuları Selanik göçmeni, dili dualı, iki dirhem bir çekirdek Ayşe Teyzelerini.

 

Her Anadolu kadını gibi çilekeş bir hayat yaşamıştı annem ve en büyük mutluluğu çocuklarıydı. Anneannemin ismini vermişti bana. Annneannem genç yaşta ölmüştü zira. Anasını bende yaşadığını hissederdim bazen annemin.

 

“Deli” bir kadınmış anneannem. Zamanına göre farklı düşüncelerinden dolayı öyle dermiş konu-komşu. Göç eden dedemlere, Selanik’teki arazilerine karşı  büyük bir arazi verilmiş ve annemler kendilerini bildi bileli bu arazide çiftçilik yaparlarmış.

 

Annemler derken biri kendisinden küçük biri de büyük olan kız kardeşlerinden bahsediyorum, yani teyzelerimdem. Üç kızkardeşin her işin ucundan birlikte tutmaları aslında hayata tutunmak imiş.

 

Bir gün Anneannem tutturmuş; “Ben bahçede çalışmak istemiyorum, fabrikada çalışacağım” diye.

 

Dedem ve kardeşleri ise “Zinhar olmaz” demişler ama Anneannem “Deli” damarı kabardığından olsa gerek kimseyi dinlememiş ve çocuklarını da alıp atlayıp gitmiş Adana’ya. Bir fabrikada çalışmaya başlamış. 

 

Ee mecburen Dedem de arkasından gitmiş daha sonra. Ve o dönemin şartlarında bir kadınının bunu yapmasını, ciddi anlamda “deli cesareti” diye anlatırdı annem hep.

 

Daha sonra memlekette her çocuğuna bir ev yaptırmış Anneannem, yarı ahşap yarı betonarme.  Annem ise evlendikten sonra İstanbul’a gelmiş.

 

Annem hep Anneannemin küçük teyzemi 7 sene boyunca göremediği için yaşadığı acıyı anlatırdı bize. Nedense teyzemin kocasının ailesi, anneannemi kızını görmeye hasret bırakmış.

 

 Ve anneannem biri gurbette biri “esarette” iki kızına hasret bir şekilde veda etmiş hayata.

 

Annem 4 çocuğunu tek başına büyütmek zorunda kalınca, parası yok, bir mesleği yok ciddi anlamda bocalamış.  Bir gün mahallemizdeki bir banka müdürünün eşi Anneme, “Daha önce annenin çalıştığından bahsetmiştin. Belki de varsa maaşını alırsın, gel araştıralım” deyince, annem rahmetli “emekçi” annesinin maaşını almaya başlamış. Tam da dört çocuğuyla bir  başına kalmanın ağır yükü altında ezilirken.

 

 “O kadar araziyi, bağı, bahçeyi bırakıp nereye gidiyorsun?” demişler ya anneanneme. Ve Anneannem herkesin karşı çıkmasına rağmen direnmiş ve Adana’ya çalışmaya gitmiş ya. İyi ki de direnmiş, iyi ki de gitmiş.

 

Zira Anneannem hiç görmediği 4 torununun iaşesini kazanmaya gidiyormuş meğer…

 

Hiç görmediğim ama adını onurla taşıdığım Anneanneme, geçtiğimiz günlerde kaybettiğim canım Teyzem’e rahmet, küçük Teyzem’e ve Anneciğime selamet diliyorum…

 

Velhasıl, mahalle baskısına boyun eğmeyen bir “Deli kız”ın öyküsü, Güney’de bir kasabada rızık olmuş dört yetime…


(Platin Haber'den alınmıştır)