Kızının, ‘Kadın ve güzellik sözcüklerinin bir arada kullanıldığı bir dünyada çirkin bir kadın olmak ne demek biliyor musun anne’ dediğini anlatmıştı bir gün bir arkadaşım.

‘14 yaşındaki güzel kızıma, doğanın sanıldığı kadar insafsız olmadığını, güzelliği esirgediği kadınlara güzellerde olmayan pek çok şey armağan ettiğini anlattım’ demişti.

Gözleri dolmuştu bunları söylerken...

Söylediklerini hiç unutmadım...

Doğanın, Tanrı’nın o kadar da insafsız olmadığını...

***
Çirkin kadınlar ve adamlar görmüşsünüzdür...

Hayatları tamamen kendi iradeleri dışında oluşan bu haksızlıkla boğuşarak geçer...

Ama hemen hemen hepsi, güzellerden pek çok farklı özelliğe ve yeteneğe sahiptirler...

Ya daha sıcak ve sokulganlardır ya beş dil konuşurlar ya inanılmaz keman çalarlar ya çok zekidirler ya çok başarılı olurlar...

Güzel kadınlar ve adamlar da görmüşsünüzdür...

Kendi iradeleri dışında sahip oldukları bu güzelliğin, ayrıcalıkları olduğunu bilirler...

Ama hemen hemen hepsi, o güzelliği bozacak bir kusurun acısıyla kavrulurlar bir ömür boyu...

Ya yeteneksizdirler ya vücutlarında beğenmedikleri bir yan vardır ya başarısız olurlar ya ilişkileri onlara acı verir ya istedikleri toplumsal sınıfa ait değillerdir...

***
Güzellik ve çirkinlik, insanlar yaratıldıklarından bu yana, birlikte olacak birine muhtaç oldukları için böylesine önemli hayatımızda.

Tek başımıza varolabilseydik, herhalde bunlar bu kadar önemli olmazdı ama hayat da çekiciliğini yitirirdi.

Güzellerle çirkinlerin değişik biçimlerde acı çektiği bu dünyada, doğanın bu “adaletsizliğinin” yarattığı üzüntülere, “bir başkasına muhtaç olan” insanlar da kendi çelişkileriyle yeni acılar eklerler.

İstedikleri her şeyi bir yandan da reddetmeye, reddettikleri her şeyi bir yandan da istemeye eğilimlidirler.

***
İnsanoğlu, bir yandan bütün şiirlerinde, şarkılarında, romanlarında, sevişmeye övgüler düzer, bir yandan da özgürce canının istediğiyle sevişmeyi günah, ayıp, yasak cenderesinin içine hapseder...

Hem doğanın insana verdiği en büyük zevki böylesine özleyip hem de onu böyle asla dokunulmaması gereken yasaklar listesinin en tepesine oturtmasının yarattığı tuhaflıktan da, acılar, felaketler, dramlar çıkar...

Ama bu tür dramların asıl nedeni , “erkeklerin aldatılamaz, kadınların aldatılabilir” olduğu inancıdır...

Kadına düşen “affetme, hoşgörülü olma” rolü nasıl koca bir yalandır aslında, değil mi?

Toplumun söylediği en büyük yalanlardan biridir bu bence...

Karısından dertli bir erkek arkadaşım, “Bu resmi tarihten bile büyük yalandır” demişti de çok gülmüştüm...

***
Kadın affetmiş gözükse bile affeder mi gerçekten?

“Kadınlar affeder ama unutmaz, erkekler affetmez ama unutur” diyor bir yazar.

Unutmuyorsan affetmiyorsun demektir...

Kadınlar affetmiş gözükse de affetmez bence de.

Çünkü o geçiştirilmiş acının hesaplaşması bir gün, hiç beklenmedik bir anda ortaya çıkacaktır mutlaka...

Üstü gölgelerle kapanmış derin bir uçurum gibi ilişkinin içinde bu olay duracak ve bir gün küçücük bir tartışmayla, minik bir jestle, bir sözcükle bu uçurum açılacaktır...

Affetmek zorunda kalan kadın, hem yaşanan acının hem affetmek zorunda kalışının intikamını alacaktır...

***
Aşk, galip görünenin her an mağlup duruma düşebileceği, güçlü olanın göründüğü kadar güçlü, güçsüz olanın göründüğü kadar güçsüz olmadığı, stratejileri, taktikleri, geçici ateşkesleri, pusuları, baskınları olan uzun bir savaş oyunudur..

Kimin kazandığına ya da savaşın bittiğine çabuk karar vermek yanıltır insanı.

Sevişmek, insanların hem çok sevdiği hem de çok kızdığı, çelişkilerle dolu bir muamma olarak yaşandığı sürece, bu savaş kendi kurallarıyla sürecek, hiçbir şey göründüğü gibi olmayacaktır...

***
Her insan, bir başka insana muhtaçtır.

Hayatın tüm çekiciliği ve insanın tüm zaafı da “başkasına duyulan bu ihtiyaçta” yatar.

Bu, bizim şiddetle reddetmek istediğimiz bir gerçek olduğundan, “muhtaç” olmayı içimize sindiremediğimizden, bin türlü çelişki ve acı barınır bu “reddetmeye çabalamamızın” içinde.

Doğa, kendi adaletsizliğini “gizli bir adaletle” dengelemeye çalışır ama biz kendi çelişkilerimizi dengeleyecek bir çare bulamayız.

O küçük kıza, “Çirkinlikten ya da güzellikten korkma” demek isterdim, “doğa bunun bir çaresini bulur, sen asıl insanın yarattığı çelişkilerden, kendi kendisiyle hesaplaşmasından, zaaflarından ve bu zaafları kabul edememesinden kork.”