Geçtiğimiz hafta tüm camilerde, Cuma gününün fazileti hakkında bir hutbe daha okutuldu…

İsterdim ki, bari o hutbede olsun, Cuma günü hakkında eksik bırakılan bilgiler birinci ağızdan seslendirilir ve içi iyice boşaltılmış olan o mübarek gün gerçek anlamına kavuşur…

Fakat ne gezer!... Şekil şartlarının dışında, işin özüne değinen bir kelime dahi okunmadı yine!...

Cuma ve Cuma hutbeleri anlamsızlığını korumaya ve kısır bir şekilde yaşanmaya devam ediyor…

Arapların daha önce  “arube” dedikleri bu önemli gün, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) nübüvvetiyle birlikte “Toplanma, bir araya gelme günü” manasına gelen “Cuma” adını almıştır…

Üstelik daha Cuma namazıyla ilgili ayetler indirilmeden!...

Henüz hicret edilmeden, “Yesrib” adı “Medine’ye” dönüştürülmeden!...

Medine, “medenileşen insanların yaşadığı şehir” demektir…

İslamiyet’in doğuşuyla, Müslümanların bir an önce Kuran’ın emrettiği bir toplum haline dönüşebilmesi çok önemliydi…

  • Sanki tek vücut gibi hareket eden… Aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere sevinen…
  • Yardımlaşma ve dayanışmayı zirvelerde yaşayan…
  • Her türlü kötülükten, beladan, haksızlıktan ve zulümden uzak duran…

Karıncayı bile incitmeyen bir topluma dönüşebilmek…

Herkesin Allah’ın ipine sımsıkı sarıldığı, kardeşlik duygularının doruğa ulaştığı bir toplum olabilmek…

Ve o toplumla, “ahlakı temel alan”  bir İslam Medeniyeti kurabilmek; Peygamberimizin en büyük arzusuydu!...

Cem olma, toplanma, bir araya gelmenin esprisi nedir sizce?

Günümüzde, önemli kaynakları ve projeleri yöneten şirketler ortaklarını ve paydaşlarını bir araya toplamadan karar alıp, harekete geçebiliyorlar mı?

Aynı apartmanda yaşayan insanlar, apartmanın ortak sorunlarını toplantı yapmadan çözebiliyorlar mı?

İslam dini, en başından beri “istişare” esasına dayanan bir düzeni savunur…

İnsanların birbirinin görüşünü almasını, birbiriyle sürekli iletişim halinde olmasını ve ortak meselelerin çözümünde “ortak aklın” kullanılmasını ister!...

Yetki sahiplerinin, “ben yaptım, oldu” deme şansı yoktur İslam Medeniyetinde!...

Ulu’l emre itaatten önce “istişare” emredilmiştir!...

Toplumun sorunlarının bu yolla çözülmesi; ihtilafa düşülmesi halinde de Allah’a ve Peygamberin sünnetine danışılması öğütlenmiştir. (Nisa/59)

Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyunda hakkı olduğunu” söyleyen bir dinin mensupları başına buyruk, aklına estiği gibi davranabilir mi?

Cuma günü;  işte o toplantıların, o istişarelerin yapıldığı gündür aslında…

Sadece birlikte dua edilen, namaz kılınan ve zikir çekilen bir vakit değildir…

Her Cuma gününde, bu işlerin öncesinde “hutbe” dinlemek, o hutbe ile olan biten son olaylar hakkında bilgi edinmek, toplumun sorunlarını tartışmak ve o sorunlara hep birlikte çare aramak vardır…

Bir sonraki Cuma, bir önceki Cuma gününün “check” edildiği gündür!...

O toplantıya eli boş gelinmez!...

O toplantıda duyulanlara kayıtsız kalınmaz!

Herkes bilir ki, yardıma muhtaç olanlar da gelecektir oraya…

Bazıları maddi, bazıları manevi…

Kimin ne derdi varsa, hepsi Cuma günü öğrenilir…

Ve o dertlerin çaresi de Cuma günü giderilir!..

Toplantıya katılan herkes,  ihlas ve samimiyet içerisinde kendi çapında bir yaraya merhem olmaya çalışır…

Cuma gününün; günlerin en hayırlısı, en bereketlisi, müminlerin bayramı, rahmet ve mağfiret, kardeşlik ve ülfet vesilesi olması, bizim o günü nasıl değerlendirdiğimize bağlıdır…

Kuru kuruya gönderilen sosyal medya mesajlarına değil!...

Biz vermeden Allah verir mi?

İnsan için sadece yaptıklarının karşılığı vardır… “Ona kendi gayretinden ve kendi emeğinden başka bir şey verilecek değildir” demiyor mu? (Necm/39)

Sunulan imkanları ve fırsatları kullanmadan, emredilen çözümleri denemeden, çalışmaktan ve paylaşmaktan imtina ederek dünyadaki sorunları Allah’a havale etmenin yeri var mı bu dinde!?...

Ey hacılar, hocalar!... Kürsülerinizde “salih amel” deyip geçiştirmeyin… Doldurun şunun içini!

Cuma’nın, “üzerine güneş doğan en hayırlı gün” olabilmesi tamamen bizim elimizdedir…

Cuma gününde dilediğiniz her şeyin gerçekleşeceği bir an vardır” diyen Peygamberimizi doğru anlayalım…

O anı yaratmak bizzat kulun yetkisindedir…

Bu yetkiyi de;  karşılık beklemeden sadece Allah rızası için yapacağı ve onun katında “çok önemli” karşılanacak olan  bir fedakarlıkla elde edebilir…

Cuma’yı kıymetlendirecek, faziletiyle onu  diğer günlerden ayıracak olan şey; o  günkü toplantıya iştirak edenlerin o günü güzelleştirmek için takva yolunda birbiriyle yapacağı yarışlardır!...

Ne, süslü yazılarla yazdığınız içi boş paylaşımlarda;

Ne tespihte, ne cübbede, ne sakalda, ne de sarıkta bir keramet yoktur…

Keramet sadece, “gönül yapma” ve “yüz güldürme” yolunda atacağımız adımlardadır, bilesiniz!...a