Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hikmet Usta, ehl-i vicdan herkesin yüreğine su serpen bir itirazda bulundu.


İşledikleri cinayeti göstere göstere masumların kucağına koymaya çalışan Ergenekonculara da \'dur\' dedi. Savcı Usta, Hrant Dink\'in öldürülmesi konusunda diyor ki; \"Bu cinayet kusursuz bir Ergenekon eylemidir.\"


Ama ben asıl, savcının mahkemenin yaptığı karartmayla ilgili söylediklerine dikkat kesildim. \"Mahkeme, örgütün var delilin yok olduğunu düşünüyorsa savcılığa soruşturma yapması için yazı yazmalıydı.\" tespitinde bulunuyor. Ancak bu kadar basit bir şeyi bile düşünmeyen mahkeme, kamu vicdanını sızlata sızlata karar veriyor. Bunu devrim arabasının hikâyesine benzetebiliriz. Hatırlayın Türk mühendisler Devrim diye bir araba yapıyorlar ama benzin koymadıkları için (ya da bize öyle söyleniyor) araba çalıştırılamıyor. Araba çalışmadığı için de o defter bir daha açılmamak üzere kapatılıyor.


Danıştay saldırısını hatırlayın; ilk mahkeme hiçbir delil, hiçbir inceleme yapmadan karar vermiş ve suçu hemen kediye yüklemişti. Ne kamera kayıtları incelenmiş, ne şahitler dinlenmişti. Danıştay\'daki kameraların neden o gün kayıt yapmadığını sorgulama zahmetinde bile bulunulmamıştı. Karşıdaki OYAK binasının kayıtlarına ne olduğunu kimse sormamıştı. Malum medya onun başörtüsü cinayeti(!) olduğuna karar vermişti bir kere... Bu nedenle ne delil toplamaya gerek vardı, ne de olayın gerçekte ne olduğunu araştırmaya.


Danıştay cinayetinde yapılanların neredeyse aynısı bu kez Hrant Dink cinayeti için sahneye konuldu. Mahkeme örgüt olduğunu düşünüyordu ama bunun için yeterli delil yoktu! Peki, neden yeterince delil istemiyordu? Niye \'şu şu şu konularda bizi daha çok bilgilendirin\' diye savcıdan istekte bulunmuyordu? Mahkemenin görevi adaletin tecelli etmesi değil midir?


Savcı, Dink cinayetiyle ilgili verilen karara itiraz ederken, Jandarma\'nın olaydan önce takip ettiği, hatta Emniyet\'ten çok daha fazla bilgiye sahip olduğu örgüt hakkında adlî ve istihbarî hiçbir iletişim tespitine gidilmediğini söylüyor. Alınan bilgilerin tutanağa geçirilmesine bile tenezzül edilmediğinin altını çiziyor.


Bunları görünce, bütün Türkiye\'nin hatta dünyanın izlediği bir davanın bu kadar baştan savma yöntemlerle adeta karartma yapılarak ele alınmasını anlamak, anlamlandırmak hakikaten mümkün değil.


Rahip Santoro cinayetinden, Zirve Yayınevi\'nde işlenen cinayetlere ve Hrant Dink\'in katledilişine kadar birçok karanlık eylemin, AK Parti hükümetini uluslararası arenada köşeye sıkıştırmaya, mahcup etmeye yönelik olduğu o kadar ortadaydı ki! Mahkemenin bu cinayetin arka tarafına ulaşmak için hiç kılını kıpırdatmaması gerçekten çok ilginç.


Canını bize emanet etmiş bir kişiyi koruyamamanın ezikliğini ve mahcubiyetini taşıyor olmamız bir tarafa, böylesine açık bir cinayette katillere ve arkasındaki ellere hak ettikleri cezayı vermemiş olmaya da insan dayanamıyor.


Türkiye yıllarca faili meçhul cinayetlerle yönetildi ve arkadaki o ele asla ve asla ulaşılamadı. Ancak garip olan, cinayete kurban gidenlerin ailelerinin tutumlarıydı. Hiç kimse kendisine söylenenden ötesini merak etmedi. Kafalarında \'acaba\' diye bir soru işareti oluşmadı. Yıllar sonra Çetin Emeç\'in hanımı Bilge Emeç, \"Bize söylenenler işimize geldiği için kabul ettik ve arkasını hiç araştırma lüzumunu duymadık.\" diyecekti.


Dink ailesinin son zamanlarda bir arada fotoğraf verdiklerine bakınca hep geçmiş faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin aileleri geliyor aklıma. Maktul ailelerinin tutumları hakikati ne kadar incitiyordur kim bilir?

ZAMAN