Soykırımı reddetmek suçtur yaklaşımı, farklı değerlendirmeler yapma olanağını ortadan kaldıran, düşünce özgürlüğünü zedeleyen bir yaklaşım.

Fransa’nın “1915 Ermeni soykırımını reddetmek suçtur” şeklinde bir yasa çıkarmaya hazırlanması, Türkiye’deki neredeyse bütün ana siyasi akımları birleştirici bir etki gösterdi. Meclis’te grubu olan üç partinin (AK Parti, CHP ve MHP) temsilcileri Paris’e çıkarma yaptılar.
TV tartışmalarını izliyorum, hükümet yetkililerinin açıklamalarına bakıyorum, ‘eski günlere’ döndüğümüz hissine kapılıyorum.
Şu bir gerçek: “Soykırımı reddetmek suçtur” yaklaşımı, farklı değerlendirmeler yapma olanağını ortadan kaldıran, akademik özgürlüğü ve düşünce özgürlüğünü zedeleyen bir yaklaşım. Böyle yaklaşımların, ‘1915 kırımı’nın Türkiye’de gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesine, kabul edilmesine bir katkısının olabileceğini söylemek zor. Tersine, direnme reflekslerini kışkırtıcı bir etki yapma olasılıkları daha yüksek.
Sevgili Hrant, bu yasa ilk gündeme geldiğinde “Fransa’ya gidip ‘soykırım olmamıştır’ diyeceğim” şeklinde bir tepki göstermişti. Her iki yasakçı zihniyete, eşit oranda karşıydı. Aynı günlerde, Türkiye’de, 1915’in soykırım olduğu yönündeki görüşünü dile getiriyordu. Türkiye’de ‘soykırım’ dediği için mahkûm edildi. Türkiye’nin yargı sistemi, Fransa’nın yaptığını tersten yaparak ‘soykırım’ ifadesini cezalandırdı.
Türkiye’nin Fransa’nın Cezayir’de yaptıklarını hatırlatması, pek ‘tabloya oturan’ bir tepki değil. Önceki gece Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programında konuşan Garo Paylan bu karşılaştırmaya yönelik dikkat çekici eleştiriler yaptı.
Garo Paylan, şunları anlattı: “Fransa’da Cezayir katliamı üzerine film de yapılır, belgesel de çekilir, sergi de açılır, araştırma da yapılır. Üniversiteler bu açıdan hazırlanmış tezlere açıktır.”
Türkiye’de, herhangi bir üniversitede ‘1915 Ermeni Soykırımı’ şeklinde bir çalışma yapılabilir mi? 1915’i bu bakış açısıyla irdeleyen bir film çekilebilir mi?
Hrant hayattayken Ermeni meselesini ‘resmi çizgi’den farklı gözle değerlendirenler bir konferans yapmaya kalkıştıklarında neler olduğunu hatırlamakta yarar var. Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, konferansı düzenleyenleri “Arkamızdan hançerliyorlar” sözleriyle suçlamıştı. Başbakan’ın müdahalesiyle konferans sonunda zar zor yapılabilmiş, katılanlar saldırıya uğramış, Erdal İnönü bile ‘milliyetçilerin’ fiziki saldırısıyla yüz yüze gelmişti. 

Dersim’i unutmayalım derken...
Dersim’i şimdi enine boyuna tartışabiliyoruz, bu alandaki yasaklar ve tabular ortadan kalkıyor. Küçümsenemeyecek derinlikte bir ‘yüzleşme’ başlamış durumda.
Ancak, iş 1915’e geldiğinde, eski refleksler, hiçbir dönüşüm yaşanmamışçasına yeniden canlanabiliyor. “Onlar da Müslümanlara, Türklere saldırdı, bizden daha çok insan öldü” gibi, bu tarihi biraz olsun bilenler için anlamı olmayan argümanlar yeniden ön plana çıkıyor. Dersim katliamını savunanların da benzer bir mantıkla, “Onlar saldırmışlardı” diyerek Seyit Rıza’yı ve Dersimlileri suçladıklarını hatırlamakta yarar var.
Dünyanın birçok ülkesinde 1915 olayları akademilerde tartışılıyor, bilimsel kuruluşlarda araştırmalar yapılıyor. Akademisyenlerin önemli bir çoğunluğu, 1915’i bir ‘soykırım’ olarak görüyor. Çok yakın bir tarihe kadar bu konularda doğru dürüst bilgi sahibi bile değildik. Hrant Dink’in, onun Agos gazetesinin ortaya çıkışı, bu bağlamda, büyük bir rol oynadı. 

2015’i biz analım
24 Nisan 1915’in 100. yılı hızla yaklaşıyor. “Siz de Cezayirlilerin soyunu kırdınız” gibi tepkilerle tarihsel gerçekliklerden, toplumsal travmalardan kaçmakta ısrar etmek yerine farklı yollar izleyemez miyiz?
Mesela, 2015’i, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak şanına uygun bir şekilde anabilir, 100. yıla şimdiden hazırlanabiliriz. Kendi yurttaşımız olan yüz binlerce insanın sırf Ermeni olduğu için katledilip yok edilişinin acısına sahip çıkabilir; kısacası ‘aynı noktada diretmek’le değil ‘değişim’le gurur duyan bir ülke olmayı deneyebiliriz.
Ulusalcı-milliyetçi seçmen kitlesi, siyasi partilere cazip gelmeyi sürdürüyor olabilir. Ancak, ırkçılığın ve tarihsel klişelerin esiri olmak, bir ülkenin özgürleşebilmesinin, bir toplumun kendini gerçekleştirebilmesinin önündeki en ciddi engeldir. Bir ülkenin değerlerini canlı tutabilecek en büyük güç değişimdir...