Onbeş yaşında bir çocuğun göz göre göre ölümü;  ona üzüldüğü için sokaklara çıkanlar; ona üzüldüğü için sokağa çıktığını söyleyenler; ve ona üzülenler ile üzüldüğünü söyleyenler arasına karışıp Burak Can Karamanoğlu’nu  sokak ortasında katledenler…

 

Berkin Elvan niçin, nasıl ve ne sebeple öldü? Ekmek almaya mı gidiyordu, eyleme mi? Cebinde patlayıcı mı vardı, leblebi mi? Ne bu soruların, ne de cevaplarının bir kıymeti yok bu saatten sonra. Herkes kendi evladından pay biçebilir. Ekmek almaya giderken yahut cebinde bombayla eyleme katılırken ölmüş olsun, onbeş yaşındaki bir çocuk, onbeş yaşında bir çocuktan ibarettir.

 

El’an yaşamakta olduğumuz kavga gürültü, harala gürele arasında, yahut sayesinde, Alev Alatlı’nın sıkça ifade ettiği gibi, “hakikat”in öksüz bırakılışına şahit oluyoruz bir kez daha.

 

“Hakikat”i öksüz bırakmamak nâmına, cevaplanması gereken temel soruyu soralım:

 

Bu ölümlerin sorumlusu kim?

 

Sensin elbette. Evet, evet bizzat sen. Sağa sola bakıp durma öyle, senden bahsediyorum. Sen, teneffüste tivitır’dan öfke kusan öğretmen. Sen, iki muayene arasında feysbuk’ta eylem çağrısı yapan doktor. Sen, mesai arkadaşına ve onun gibilere duyduğu bütün kini akşam sosyal medyaya akıtan banka memuru… Evet, senin attığın, büyüttüğün, köpürttüğün bir dalga sürükledi Berkin’i o meydana. Sen alkışladığın yahut küfrettiğin için oradaydı ve tivit’ime daha fazla “rt” alabileyim diye fondiplediğin hamaset yüzünden öldü.

 

Bilmiyorum, farkında mısın? Kendilerini ve çocuklarını gözden ırak, emniyetli mekânlarda güvenceye alıp, bu ülkenin fakir ve gururlu çocuklarını iki zıt cephede birbirinin üstüne süren ödlek zenginlerin suç ortağı oldun.

 

Bilmiyorum, farkında mısın? Bu ülkenin Türk, Kürt, Alevi, Sünni çocuklarının umutlarını, hayâllerini, merhametsizce ve utanmadan şahsî hırslarının tatmini için bir yakıta dönüştüren ‘rol model’ müsveddelerinin PR çalışmasına nefes verdin.

 

Bilmiyorum, farkında mısın? Bu iktidar döneminde avantası kesildiği için sesini yükselten gazeteciler ile bu iktidar giderse avantam kesilir diye korkan gazetecilerin birlikte kotardığı ateşe, kendi gücün ölçüsünde odun taşıdın.

 

Bilmiyorum, farkında mısın? Çok öfkelendin, sesini çok yükselttin ve çok fazla kalp kırdın.

 

Mr. Edward Hyde olarak yazdığın, rt’lediğin tivitler, feysbuk’ta paylaştığın gerçek yahut sahte fotoğaflar, haberler yüzünden o gün oraya giden Berkin ölürken, sen saygın Dr. Henry Jekyll olarak gündelik hayatına dönmüştün bile. Bilmiyorum, farkında mısın?

 

• • •

 

Henüz ilkokula başlamamış ve hatta okuma yazmayı dahî öğrenmemişken, büyük ağabeyim bir şiir ezberletmişti bana. Şiir, tam da benim doğduğum yıl, yani 1970’in Kasım’ında, karşıt görüşlü öğrenciler tarafından günlerce işkence edilip,  bisiklet pompasıyla ciğerlerine hava basılan, sonra da bir binanın 4. katından aşağı atılarak katledilen üniversite öğrencisi, öğretmen adayı Ertuğrul Dursun Önkuzu için, şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu tarafından kaleme alınmıştı.

 

Burak Can Karamanoğlu’nun askerde çektirdiği, bir elinde silah, diğer elinde bayrak olan fotoğrafını görünce, Emine Işınsu’nun “Sancı” romanıyla hatırasını gelecek nesillere taşıdığı Dursun Önkuzu ve o şiir geldi hatırıma:

 

Önkuzu hey! Önkuzu!

Önde gider Önkuzu...

Anası 'Dursun' demiş

Durmaz, gider Önkuzu.

 

(…)

 

Dursun adı... Dursun adı...

O gitti, dursun adı.

Dillerde türkü olsun,

Yürekte vursun adı…

 

• • •

 

Çocukların ölümü üzerinden daha fazla “rt” ve daha fazla “like” devşirmeye çalışanları görmek, ikiyüzlülüklerini gözlerinden okuyabiliyor olmak, midemi bulandırıyor.

 

Temel açmaz şu: Bir yanda, “sen Berkin’in ölümüne ağlamıyordun, Burak’a niçin ağlıyorsun” cephesi, diğer yanda “dün Berkin’e ağlıyordun, bugün Burak’a niçin ağlamıyorsun” cephesi.

 

Senin egonu tatmin edebilmen, “bak, gördün mü, ben haklıydım” diyebilmen için daha kaç çocuğun ölmesi gerekiyor?

 

Eğer Tayyip Erdoğan’a duyduğun nefret, senin Suriye’de ölen çocuklara merhametini gölgeliyorsa; veya Berkin Elvan’a sırf Alevi olduğu için üzülemiyorsan; yahut Berkin’e Alevi olduğu için üzülüyor da, Burak’ın acısını hissedemiyorsan; belki henüz tanışmadığın, belki yüzleşmekten korktuğun kendi Dr. Jekyll’in ile hesaplaşma zamanın gelmiş demektir.

 

• • •

 

Önceki gün eşim dedi ki; “Sosyal medyada gene bir tuhaf fırtına esiyor.. Herkes bir başka insana dönüşmüş, karşıda kimi görse saldırıyor.. Arkadaşlarımı kırar mıyım, çevremdekileri incitir miyim diye düşünen yok.. Karar verdim, bu hadiseler yatışana kadar feysbuk’a girmeyeceğim..”

 

Evet, galiba çok fazla konuşuyoruz ve artık biraz susmanın tam vaktidir.

 

•••

 

On beş yıl kadar önce, yani Berkin’in yeni doğduğu, Burak’ın ise henüz okula gitmediği zamanlarda, bu ülkenin gencecik canlarının cayır cayır birbirini öldürmesinden duyduğum ıstırapla kalem aldığım ve rahmetli Olcay Yazıcı’nın yönetimindeki Kültür Dünyası Dergisi’nde yayınlanan “Son Bahar Şiiri”nden küçük bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

 

Bu şiir, öfkemiz tutuştuğunda

Göğsümüzü saran ateşe dair

Tek kelâm etmeden akşam olunca

Ağlayışımızın hikayesidir.

 

(…)

 

Onlar anlayamaz ölmeyi anne,

Dağlar yeşerirken, mevsim baharken

Hiç ölmemişlerdir yirmibirinde

Namluya yaslanıp yâri düşlerken...

 

(…)

 

Evet, ağlayalım, kirli yüzümüz,

Ayışığı gibi masum ve sakin.

Kanıyla beslenip büyüdüğümüz

Saf delikanlılar, bizi affedin.