Psikoloji ve edebiyatın insan yaşamında derin bağlantıları vardır. Her ikisi de insan davranışları, ifadesi, düşüncesi ve motivasyonuyla ilgilenir.

“Edebiyat ve psikoloji birbirinden ayrılmaz bir hakikattir. İkisinin ebedi ormanına adım atmak için zincirlerinden kurtulmuş zihinler gerekir.”

 

Tarih, felsefe gibi alanların iç içe geçtiği edebiyat, sosyoloji, psikoloji vb. yazarlar, filozoflar, sanatçılar, psikologlar ve psikiyatristler tarafından her zaman incelenen ve tartışılan; insanı, varoluşu ve kültürü, kişiliği ve bireysel farklılıkları yorumlamak için dilin bir ifade aracı olarak kullanıldığı bir disiplindir.  Edebiyat ve psikoloji arasında çok güçlü bir ilişki vardır çünkü ikisi de insanlarla ve onların tepkileriyle; dünya algılarıyla, sefaletlerle, arzularla, korkularla, çatışmalarla ve uzlaşmalarla ilgilenir; bireysel ve toplumsal kaygıları çeşitli kavram, yöntem ve yaklaşımlarla ele alır. Sadece duyguları uyandırmakla kalmayıp, hayatın ve varoluşun anlamını keşfetmelerine yardımcı olarak okuyucuya bilinmeyen ve görünmeyen dünyanın kapılarını da açar. Edebiyatın bilinç ve farkındalık yaratarak bireylerin kimliklerini bulmalarına, kendilerini tanımalarına ve pek çok şeyi sorgulamalarına katkısı açıktır.

Psikoloji ve edebiyatın insan yaşamında derin bağlantıları vardır. Her ikisi de insan davranışları, ifadesi, düşüncesi ve motivasyonuyla ilgilenir. Psikolojinin ilkelerini edebi eserlere uygulayarak insan yaşamındaki olayları açıklayabiliriz. Bilinçli bir yazar yaptığı uygulamadan şimdiye dek keşfedilmemiş kalıpları su yüzüne çıkarabilir, romanın gerçeklik duygusunu güçlendirebilir, okurun algısını keskinleştirebilir.

Farkında olalım veya olmayalım günlük yaşamımız çok karmaşıktır. Ama açıklanabilir. Psikolojinin, olumlu düşünme biçiminin ortaya çıkmasında büyük önemi vardır; rutin terapi alan kişilerin yaşamlarındaki kısır döngüyü bulup değişime gitmeleri, sorunlarıyla başa çıkmanın farklı yollarını öğrenip daha pozitif yaklaşabilmeyi vb. Şimdi edebiyata dönersek bir roman kahramanının yorgun zihninizde dolaşırken size nasıl iyi geldiğini, kendinizi onunla nasıl özdeşleştirerek aynı yolda yürüyebildiğinizi, kendi boğucu evreninizden uzaklaşıp farklı bir zamanın nasıl tadını çıkarabildiğinizi düşünün…terapi gibi zihninize ve ruhunuza hatta günlük rutininize nasıl olumlu bir akış getirdiğini fark edersiniz bir süre sonra. Okuduğunuz bir romanın ardından nasıl da diliniz çözülmüştü hatırlasanıza…eskiden anlamlı cümleler kuramayan, bir türlü karşısındakinin dikkatini çekemeyen, içine değil diline de kapalı biriyken nasıl da akmaya başlamıştı kelimeler. Bitirdiğiniz hikâyenin büyüsünden günlerce çıkamamış, iş yerindeki boğucu tempoyu bile unutuvermiştiniz. Her biten roman, hayatınızda kalıcı bir değişiklik bırakır. Sizdeki kalıcı hasarları onarır; ruh ilacı aranıyorsa romandır onun adı.

Edebiyat ve psikoloji arasındaki bu belirgin ilişki dikkate alındığında akla ilk gelen soru “Edebiyat nedir?” olur. Bu ilişkiden yola çıkarak edebiyat, insana ve onun yaşamına, eşsiz deneyimlerine, özüne, çeşitliliğine ve değerlerine ilişkin bilgi edinmenin en önemli araçlarından biridir. Muhtemelen ve bana sorarsanız kesin bir dille insan yaşamı ve kişiliği hakkında her zaman bilimsel bilgilerden ziyade romanlardan daha fazlasını öğreneceğiz.