Yıl 2020, aylardan mart... Pandeminin artık Londra’da kol gezdiği; soluduğu her yerde küflü, paslı, acımsı bir tat bıraktığı bir dönem. Havayı yağışsız bulduğumuz bir öğle vaktinde yürüyüş yapalım dedik ve sitemizin içindeki mezarlığa gittik. Yok artık, yürüyüş için mezarlığa mı gidilir dediğinizi duyar gibiyim. Londra’da içinde yürüyüş parkurlarının ve bankların da olduğu Victorian tarzı büyük mezarlıklar var. Mesela Chelsea’de de var yine bu tarz içinde oturabileceğiniz, gezebileceğiniz alanların olduğu bir mezarlık. Orası da sıra dışı enerjilerin kol gezdiği, atmosferinde ilham bulabildiğiniz yoğun bir yerdir. Tuhaf geldiği kadar olağan, uzak hissettirdiği kadar da yakın türden yerler. Hala aklınıza yatmadıysa yazar kafası deyip geçin lütfen.

Mezarlıkta huzurlu bir yürüyüşün ardından orman tarafındaki banklardan birine oturduk. Birkaç gün önce Putney’de ikinci el bir kitapçıda arka kapağını okuduktan sonra elimi üzerinden çekemediğim eski bir kitap da yanımdaydı: Anarchism of Thought. Kitap, akıl ile zihin arasındaki anarşizmi ele alıyor; insanın düşüncelerini anarşizm süzgecinden geçiriyor ve bu dörtlünün aralarında yarattığı anarşisti adeta masal diliyle anlatıyordu. Son sayfaya gelmiştim:

“Thinking and dreaming saves you from deafness. If a creature deaf from birth condemns its forest to a pitch-black darkness, dreaming leaves it speechless. If it could think, it would be thankful that it could dream. But it deprived itself of both. That's when the deaf and the dumb were separated from each other. The forest agreed to this. The anarchists among them...”

(Düşünmek ve hayal kurmak insanı sağırlıktan kurtarır. Doğuştan sağır bir yaratık, ormanını zifiri karanlığa mahkûm ederse, rüya görmek onu suskun bırakır. Düşünebilseydi, hayal kurabildiğine şükredecekti. Ama kendini her ikisinden de mahrum etti. İşte o zaman sağırlarla dilsizler birbirinden ayrıldı. Orman bunu kabul etti. İçlerine sızan anarşistler...) Son paragrafı da okuduktan sonra artık zehri almıştım; çekimser bir mart esintisi eşliğinde düşüncelere daldım.

Bizler yaşamımız boyunca neleri düşünür neleri tefekkür ederiz hiç düşündünüz mü? Çalışanlar, öğrenciler, ev hanımları, iş arayanlar, tembellik yapanlar… sabah gözünü açar açmaz ilk ne düşer zihinlerine? Mesela sen okuyucu, bu sabah uyandığında aklına düşen ilk düşünce tohumu neydi? Belki de yataktan kalkmak istemiyorum diyerek başladın güne. Bu basit görünen düşünce neden aklımıza gelen ilk şey olur, kendiliğinden mi yoksa bunu tetikleyen etkenler mi var? Düşüncelerimizin beynimizdeki nörotransmiterleri etkileyebileceğini biliyoruz. Yani, eğer battaniyenizi başınıza çekerseniz ve bu da "yorgunum", "kalkamıyorum" veya "hayat zor" gibi başka düşünceleri tetiklerse, beyninizdeki karmaşık etkileşimler vücudunuzun diğer kısımlarına da efekt eder. Öte yandan, “Bugün harika bir gün olacak” diye düşünmeye başlarsanız pozitif sinyaller etkileşime girecek ve nöronların gönderimleri apaçık farklılaşacak. Duygu ve düşünce birbiriyle müthiş bir iletişim ve etkileşim halindeler. Ne zaman bir düşüncemiz olsa, bunun sonucunda zihnimizde ve bedenimizde buna karşılık gelen bir kimyasal reaksiyon meydana gelir. Yaşamımız boyunca binlerce kez deneyimlediğimiz reaksiyonlar bunlar; mutluluk, huzur, şifa, endişe, korku, stres, şaşkınlık, üzüntü, beklenti, heyecan, tiksinme, yas, umut, hayal kırıklığı, öfke vb.

Anarşizm antik Yunan’da Yöneticisiz anlamına geliyor. Otoritenin reddiyesini, baskının her türlüsüne karşıt olmayı ifade ediyor. Günümüzde anarşizm, kurumsal otoriteden bağımsız biçimde yaşayan/düşünen insanları tanımlamaktadır. (bkz: Tübitak Ansiklopedi)

Akıl ve zihin sentezine bakalım; zihnimiz bir nevi kendi üretimimizdir, bilgimiz, deneyimlerimiz, öğretilerimiz, çevresel faktörler gibi etkenlerle bizim sürekli içini doldurmaya devam ettiğimiz bir ürün gibi. Akla gelince; aklın en önemli görevlerinden biri gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmasıdır. İnsanın her türlü eylemine anlam kazandıran yine akıldır. Akıl bizi neyin iyi-kötü neyin doğru-yanlış olduğu bilgisine ulaştırır (Emiroğlu 1998, Köle 2013).

Ben bu ve benzeri bildik tanımlardan yola çıkarak; hepimizin zihnimizde birer anarşist beslediğini düşünüyorum. Her an her olayda, önümüze gelen seçeneklerde aklımıza savaş açan, onunla habire mücadele eden bir anarşist. Doğruya baş kaldıran, seçenekleri arasında iyiyi değil kötüyü tercih eden, vicdan muhasebesinde sınıfta kalan, mütevazilik yerine kibre saplanan, sevgi yerine kin ve öfkeyi kalbine dolduran bir anarşist. Ebeveynleri çocuklarına karşı bencilliğe ve kıskançlığa iten, hiçbir cümlesini akıl süzgecinden geçirmeye tenezzül etmeyen, nefsine köle olmuş, patavatsız, kadir kıymet bilmeyen, menfaat doğrultusunda samimiyet gösteren, ağzından çıkanla kalbi bir olmayan bir anarşist.

Şimdi bir anlığına durup düşünün; sizdeki zihin de bunlardan birini yapıyor mu? Hayatınızda hiç anarşist zihinli birileriyle tanıştınız mı? Ailem dedikleriniz dahil şöyle bir geçirin süzgecinizden; içlerinde anarşizmin kölesi olmuş olanlar var mı mesela. Biraz düşününce ailede bile anarşist zihinlileri bulmak hayal kırıklığı yaşatıyor olsa gerek. 😊 Derin bir nefes alın ve devam edin. Muhtemelen yolunuz daha çok uzun. Yaşanacak hayal kırıklıkları ile koca bir kasaba inşa edeceksiniz. Dileğim etmemenizden yana ama bu sefer gerçekçi mi olsak acaba. Hele ki günümüz insanına bakınca kasaba örneği cılız da kalmıyor değil.

Gelin biz zihnimizdeki bu anarşisti aç bırakalım. Besledikçe, itaat ettikçe iyice tepemize çıktı. Ne vicdan bıraktı ne ahlak. Ne Allah’tan korkuyor ne kul hakkından. Yedikçe şişiyor, şiştikçe geriniyor. Gelin aklımızla oynayanları temizleyelim zihinlerimizden. Kapatalım bizi yanlışa sürükleyen zihin pencerelerimizi, açalım yeni bir akıl penceresi. Edepli zihinler üreterek taşlayalım anarşistleri. Dilimizle kalbimiz bir olsun mu artık? Ne kendimizi ne de dost dediklerimizi hayal kırıklığına uğratmasak mı artık?

“İnsanlığın şerefi aklıyla; asaleti diliyle, şahsiyeti ahlakıyladır.” – Hz. Ömer (r.a)