Dünyada olup biteni anlamanın yolu çok boyutlu ve çok esnek düşünmekten geçiyor. İnançlara, ideolojilere, geçmişe ya da tek bir disiplinin çerçevesine takılıp kalmak konuları daha da karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hale getiriyor. Oysa göz önünde tutulması gereken en önemli detay belli. Tıpkı fizik kanunları gibi her şeyin arasında bir çekim var; her durumun bir nedeni olduğu gibi, her neden de aslında birbirine bağlı. Ekonomik krizleri politik gelişmelerden, politik gelişmeleri sosyal değişimlerden, sosyal değişimleri teknolojik sıçramalardan bağımsız olarak anlamak mümkün değil.

Bir gün birileri sosyal medyanın dünyanın bütün siyasi haritalarını değiştirme gücüne sahip olabileceğinden bahsetse muhtemelen pek kimse inanmaz. Ya da dünyanın en büyük ekonomik krizinin, bilgisayara meraklı 18 yaşındaki genç bir hacker tarafından başlatılacağına ihtimal verilmeyebilir. Birisi bir gün laboratuvardan salınabilecek basit ama öldürücü bir virüsün dünyanın bütün tarihini değiştirebileceğini, sıradan bir grip salgınının ciddi politik sonuçlar yaratabileceğini, hatta gerçekte olmayan bir mikrobun varlığına ikna edilmiş bir insan topluluklarının büyük bir göç dalgasına girebileceğini söylese ciddiye alınmayabilir. Ama gelecek tam da böyle gelmektedir. Bunu göremeyenlerin ise ne Kürt meselesini, ne Suriye'yi, ne Arap Baharı'nı ne de Avrupa'yı sarsan ekonomik krizi gerçekten anlama becerisi olamaz.

Bunları söylerken dünyayı anlama kılavuzu üretme iddiasında değilim. Lakin ekonomiyi sosyolojiye, uluslararası ilişkileri mühendisliğe, sağlık bilimlerini politikaya, tarihi geleceğe bağlamadan, yani disiplinler arası okuma yapmayı öğrenmeden birçok sorunun içinden çıkılamayacağını belirtmek derdindeyim.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun ifadelerinden yola çıkarsak varsayımımız belli: Tüm dünyada belki de son 100 yılın en ciddi tasfiyesi ve değişimi yaşanıyor. Bu dönem içerisinde küresel çapta iki sıcak, bir de soğuk savaş görmüş olan gezegenimiz son 10 yıldır büyük bir türbülans içerisinde. Başlangıcı 11 Eylül'e tekabül eden bu büyük değişim sürecinin tamamlayıcı unsuru ise ekonomik kriz olmuştu. Arap Baharı denilen dönüşümün ancak bir detay olarak algılanabileceği bu transformasyon döneminde nelerin değiştiğini ve daha da fazla değişeceğini görmek çok önemli.

Her şeyden önce insan değişiyor. Zira birey bugüne kadar hiç olmadığı ölçüde verili zihin havuzunu doldurma kabiliyetine sahip. O, artık çok merkezden akan bilgi ve birbirinden tamamen farklı içerikte gelen enformasyon bombardımanı altında yaşayan bir varlık. En büyük sorun artık şüphe duyuyor olması. Bu bir 'Kuşku Çağı'. Güvensizlik ve belirsizlik büyük bir kayboluş yaşamasına yol açıyor. En çok inandığı, savunduğu, hatta tüm yaşamını üzerine kurguladığı değerlerin bir yalan bulutundan ibaret olabileceği endişesi içerisinde. Devletiyle, inancıyla, ideolojisiyle, milliyeti ile arasındaki ilişkisi sarsılmış durumda. Artık onu ve düşüncelerini zaptedebilmek için rasyonel açıklamalar yapmak zorunda yüce otoriteler.
 
Haklarından mahrum iseler, neden öyle? Kimlikleri yok sayılıyorsa, inançlar aşağılanıyorsa, niye? Başkaları zenginken kendisi yoksulluk içerisinde ise, sebebi ne? Vergi veriyorsa, vatanı için hayatını kaybediyorsa, oy vermediği birileri tarafından yönetiliyorsa ya da siyasi görüşleri nedeniyle yargılanıyor, eziyet çekiyorsa tek bir soru var izaha muhtaç olan. 'Neden?'
İnsan artık soru soran bir varlık. Başkalarının yaşamlarının, haklarının refahlarının farkında. Bunun bilgisinin ona akmasına engel olabilecek bir güç yok. Mutlaka bir tünel açılıyor ve herkes o bilgi havuzuna ulaşıyor. Bu da rasyonel olmayan her şeyin sorgulanabilir hale gelmesi anlamını taşıyor.

Kısaca eğer yönetecekseniz izahat vermelisiniz.

Arap Baharı'na twitter devrimleri denmesinin sebebi de bu. Bir tek insanın, bir tek sözünün tıpkı bir kelebek etkisi yaratabildiği, yani bir kanat çırpışın bir fırtınaya dönüşebildiği bir çevrede yaşıyoruz. Yeni düzen, yeni devlet anlayışlarının, yeni toplumsal dinamiklerin, yeni ideolojilerin ortaya çıktığı dönemin ürünü olacak. Kürt'ü, Türk'ü, Alevi'si, Sünni'si, dindarı, laiki, komünisti, milliyetçisi ayrıt etmeksizin her birinin talepleri karşısında bir izahati olmayan siyasetler tarihe karışacaklar. 1900'ler bitti ve geri dönmeyecek.
 
21. yüzyılın Türkiye'si ise yeni seslerin, yeni sözlerin etkisiyle şekillenmeli. Belirsizlikten korkmak yerine üstüne gitmek, kontrolsüz gelişmeleri kendi ellerimizle şekillendirmek zorundayız. İktidarıyla muhalefetiyle siyasetin sorumluluğu artık yeni cevaplar, izahatler bulabilmek. 'Neden' sorusunun cevabını veremeyenlere arkalarından el sallayacağız bundan böyle.


(Akşam gazetesinden alınmıştır)