Diplomasinin bir iç politika meselesi haline gelmesi, neredeyse geniş toplumsal kitlelerin siyasete katılımı kadar eski bir konu. İç ve dış politika süreçleri sanki ayrı düzlemlerde gelişiyor gibi görünse de, daha ilk andan itibaren birbirini şekillendirmiş ve sınırlandırmıştı. Önceleri siyasi seçkinlerin toplumu kendi hedefleri doğrultusunda mobilize etmek amacıyla kullandıkları dış politik söylemler, bir süre sonra ters yönde işleyerek dış politika yapımını kısıtlayan ve hatta koşullayan faktörlere dönüşmüştü.

19. yüzyılda milliyetçiliğin kitleleri harekete geçiren bir faktör olarak ortaya çıkması, politikacıların saldırgan dış politikalarına toplumsal dayanak sağladı.
Ancak bu dinamikler bir süre sonra siyaset yapımcılarının da kontrolünden çıkarak politikayı zorlayan unsurlar haline geldi. Nitekim I. Dünya Savaşı'na giden yolda politik ve ekonomik seçkinlerin çıkar çatışmaları kadar geniş halk kesimlerinin bu saldırgan politikaları alevlendiren dinamiklerini de görmek mümkündü.

Son iki yüzyılda Türk toplumunun bütün sinir uçlarına dokunan dış siyasi gelişmeler içeride de ciddi bir hassiyet yaratmıştı. Lakin bu hassasiyetin nispeten dar halk kesimlerine ait olduğunu, asıl toplumsal mobilizasyonun ise yazılı ve görsel basının yaygınlık kazanması ile ivme kazandığını söyleyebiliriz. Türk kamuoyunun dış politikaya ilgisi 20.yüzyılın ikinci yarısında hem Soğuk Savaş sırasında kutuplaşmanın tarafı, hem de Kıbrıs davası gibi milli addedilen konulara müdahil olarak kendisini göstermişti.

Buna karşın 2000'li yıllara gelene kadar dış politikanın politik kültürümüz tarafından genel olarak siyaset dışı bir konu olarak ele alındığını söyleyebiliriz. Aslında sadece dış politikanın değil, toplumu ilgilendiren birçok konunun devlet meselesi olduğu iddiasıyla güncel tartışmaların dışına taşınması Türkiye'deki müesses nizamın temel yaklaşımlarından biri olmuştu. Toplumun dış politikaya bir yönüyle bulaşması ancak yönetici elitlerin halk kitlelerini hareketlendirerek, dışarıya karşı bir güç alanı yaratmak amacıyla kullanması halinde mümkün olacaktı. Türk toplumunun Kıbrıs konusunda veya Irak'taki Kürt siyasi oluşumuna karşı yaklaşımı bu duruma örnekler olarak değerlendirilebilir.

2000'li yıllarda ise Türkiye'de iktidarın politik ve bürokratik unsurlarının ayrışması, diğer konularda olduğu gibi dış politika alanında da etkisini gösterdi.
Esasen iktidar ve muktedirler arasında dış politikaya bakışın farklılaşması daha 1990'ların başında ortaya çıkmaya başlamıştı. Özal döneminde geleneksel defansif dış politika anlayışından vazgeçilip özellikle Ortadoğu'da daha aktivist bir yaklaşım geliştirilmesi bürokraside rahatsızlık yaratmıştı. 2000'li yıllarda derinleşen ve teorik bir zemine oturtulan çok boyutlu politika yaklaşımı bu ayrışmayı daha da şiddetlendirdi. Üstelik mevcut iktidarın Cumhuriyetin temel prensipleriyle çatışma halinde olduğu algısı, dış politika yapımının da bu ideolojik yapıdan beslendiği inancını doğurdu. Ya da bir başka görüşe göre, dış politikanın iktidarın muhafazakar dünya görüşü tarafından şekillendirildiği iddiasıyla, muhalefet kendisine yakın toplumsal kitleleri etkilemeye çalışmaktaydı.

Her nasıl açıklıyor olursanız olun, bugün gelinen noktada dış politikayı geçmişte olduğu gibi 'devlet meselesi' mertebesine taşıyarak siyasi tartışmaların dışına taşımak mümkün değil. Zira gerek teknolojik gerekse toplumsal koşullar, dış politikanın pragmatik ve rasyonel olmak yerine ideolojik bir tekçiliğe mahkum edilmesinin önünde engel teşkil ediyor.

Türkiye'nin, kendi iç dinamikleri bu kadar kutuplaşma yaratmaya müsaitken, iktidarda kim olursa olsun, dış politikanın bir çatışma alanı olmasına alışması gerekecek.
Bu çatışma, iktidar için mücadele eden siyasal akımların kamuoyunu yönlendirmek amacıyla kullandığı taktik söylemlerden ibaret de değil. Bilakis farklı siyasal akımlar Türkiye'nin dış politikadaki yönü hakkında somut çıkar çatışmaları yaşamakta olduğundan her grubun kendi anlayışına göre bir bölge ve dünya vizyonu oluşması kaçınılmaz. Bu bağlamda farklı siyasal akımların kendi bakış açılarına göre ittifak sistemlerini coğrafi sınırları yatay kesecek şekilde oluşturması mümkün.

Bu durum, aslında Türk dış politikasının da daha sağlıklı bir biçim almakta olduğunu gösteriyor. Devleti kutsallaştıran ve böylelikle dış siyaseti toplumu ilgilendiren konuların dışına itmeye çalışan tekçi anlayışın geriletilmesi küresel çapta etkiler yaratan yeni dönemin bir fonksiyonu. Dış politika yapımının siyasal rekabete açılması da Türkiye'nin demokratik gelişiminin ve toplumun kendi sorunlarına sahip çıkacak dinamikleri yaratmakta olduğunun bir göstergesi.

  (Akşam gazetesinden alınmıştır)