Türkiye gibi hızla değişen ve çok katmanlı bir ülkeyi anlamak kolay değil.

Kendini ilerici, sosyal demokrat, çağdaş diye tanımlayanların birçok alanda özgürlüklere bayrak açıp askerî darbelerden medet umduğu; İslamcı, dinci hatta mürteci diye yaftalananların demokratikleşmede öncü rol oynadığı bir ülke burası. İçimizde yaşayan en akıllı insanların bile anlamakta zorlandığı bu tabloyu, dışarıdan bakanların anlaması daha zor. Bu yüzden ne zaman Türkiye'yi anlatmak için yabancıların karşısına geçsem, en azından son 30 yılı özetleme ihtiyacı hissediyorum. Türkiye'deki siyasî tansiyonun; dindarlar ile laikler arasında değil, değişim isteyenlerle statükocular arasında olduğunu anlatmak için yüzde 70'i köylerde yaşayan halkın 30 yılda yüzde 70 oranında şehirlere taşındığını anlatmak gerekiyor. Pasaport sahibi olmanın ayrıcalık; yabancı para taşımanın suç; özel radyo ve televizyonların yasak olduğu bir ülkenin 130 milyar dolar ihracat yapmaya başladığını; sadece bir sivil toplum hareketinin dünyanın 140 ülkesinde özel okullar açtığını; özel radyo sayısının bini, televizyon kanalı sayısının 200'ü geçtiğini anlatmak gerekiyor. Laikliğe, Cumhuriyete, Atatürk'e düşman olduğu söylenen çevrelerin aslında hep demokrasiden yana olduklarını; ama seçtikleri hükümetlerin her defasında çağdaşlık, laiklik, ilericilik adına darbelerle alaşağı edildiğini ifade etmek gerekiyor.

Muhataplar Batılı normal demokrasilerden ise temel siyaset kavramlarının Türkiye'ye özgü anlamlarını irdelemezseniz olmaz. Çünkü normal bir demokraside devlet ve hükümet kavramları eşanlamlı olarak kullanılabilir. Ama bizde hükümet, kendini devlet diye tanımlayan yapıların düşmanı veya kurbanı olabilir. Devletin iç düşman tanımına giren bir hükümet modern veya post-modern darbeyle uzaklaştırılabileceği gibi, bu tanıma giren bir parti kolayca kapatılabilir. 22 Temmuz 2007'de yüzde 47 oy alarak iktidara gelen AK Parti hükümetine 2008'de açılan kapatma davası gibi. Şablonların geçersiz olduğu, söz ile eylem arasında taban tabana zıtlıkların olduğu böyle bir ortamda gerçeği bulmak zor ama imkânsız değildir. Bunun için iyi niyet, daha fazla zaman ve enerji gerekir. Aslında Türkiye'de muhabir bulunduran bazı ciddi gazeteler her türlü propagandaya rağmen 2007'deki krizde bunu başarmıştı. Dün 5. yıldönümünü dolduran 27 Nisan gece yarısı bildirisinin yayınlanmasından bir hafta sonra bu gerçeği şöyle yazmıştım: "Bu süreçte sevindirici bir gelişme de Avrupa ve Amerika'nın saygın gazetelerinde gerçeklikten kopuk Türkiye yorumlarının yerini daha tutarlı analizlerin almaya başlaması. Örneğin Washington Post'un 1 Mayıs tarihli editör yazısında, son 5 yılda gerçekleştirilen demokratik reformlar göz önüne alındığında Türk hükümetinden kaygılanmayı haklı kılacak bir durum olmadığı belirtildi. Yazı şu cümleyle bitiyordu: "Şu anda Türkiye'de demokrasiye karşı temel tehdit AK Parti'den değil, onun karşıtlarından geliyor." Avrupa'nın itibarlı gazetelerinden Guardian da konuyu ele aldığı dosyada 'Laiklerin korkmasının haklı temeli var mı?' sorusuna şu cevabı veriyordu: Korkuları abartılı." (5 Mayıs 2007, Zaman)

Maalesef bir süredir bu ciddi gazetelere tuhaf bir şey oldu. 18 Nisan'da Herald Tribune'nda, Hizmet Hareketi hakkında Aydınlık gibi gazetelerde görmeye alıştığımız tarzda bir haber çıktı. Görüşlerine başvurulan kaynaklardan Ayşe Böhürler'in yalanlamasına rağmen hiçbir şey olmamış gibi aynı haber New York Times'ta yayımlandı. Dengeli ve adil olduktan sonra eleştiri gazeteciliği ve demokrasinin olmazsa olmazı ama dengeli, objektif ve doğru olmak kaydıyla. Gazetenin 2 yıl önce aynı konuda yazdıklarıyla taban tabana çelişmesi bir yana haberde ispatsız iddialarla bir şeytanlaştırma yapılırken, Gülen'in AB sürecini desteklediği; Papa gibi dinî liderlerle görüştüğü, El Kaide'nin eylemlerini tel'in ettiği; 12 Eylül referandumuna destek verdiği gibi lehe olacak hiçbir unsur yok.

İnsaf ölçüsü öyle kaçmış ki, Gülen'in hayatını dolduran mağduriyetleri "Fethullah Gülen'in Hukuk Serüveni" kitabında anlatan Amerikalı Hukuk Profesörü James Harrington dayanamayıp gazeteye ağır bir mektup yazmış. Saygınlığına ve editoryal titizliğine önem veren bir gazete Prof. Harrington'ın şu cümlesi üzerine düşünmeli: "Gülen'in aleyhindeki iddialardan bahseden haber, tezine aykırı olacağı için mi uzunca bir yargılamadan sonra tüm bu iddialardan beraat ettiğini söylemiyor? Hareket, Türkiye'de demokrasiye katkı yaptığı gibi dünyada bulundukları ülkelerde iyi işler şeyler yaptı. Bir gazeteci için adil olan, haberini adaletli yapmaktır." Saygın bir gazetenin çizgisini, adeta 'andıçlanmış' gibi bu denli çarpıtan sorun ne? Muhabir mi, mutfak mı, başka güç merkezleri mi?

(Zaman gazetesinden alınmıştır)