Bütün korkaklar zalimdir... Veya bütün zalimler korkak... Dünyanın en orantısız savaşlarından birisiyle sivilleri katleden İsrail, korkaklığın ve zalimliğin devlete dönüşmüş hâlidir... Bebeklerin üzerine daha roketler düşmeden destek açıklayan ABD’nin ve onu takip eden Avrupa’nın himayesinde, mazlum kanıyla tarih yazılıyor... Bu zulme, İslâm dünyasının kahredici suskunluğu maalesef eşlik ediyor...
Silahça ne kadar üstün olunursa olunsun elbette son sözü ‘insan’ söyler... İsrail bunu Güney Lübnan’ı işgal etmek isterken gördü... Genel Kurmay Başkanı’nın istifasıyla sonuçlanan Lübnan bozgunu, silahın her şey demek olmadığını gösterdi onlara... Mavi Marmara baskınında, silahsız insanlar tarafından rehin alınan ve ağlayan İsrail askerlerinin görüntüleri, o çok övülen, operasyonel gücün dünyadaki raconunu sarsmıştı... Bütün bunlara rağmen, Gazze ‘yumuşak halka’ydı gözlerinde... Çünkü Gazze her tarafı kuşatılmış bir ‘getto’ gibi... Ne soydaşları, ne dindaşları yetişiyor yardımına... İslâm dünyasının uşak ruhlu siyasetçileri, hantal örgütleri ve emperyalizm karşısında ya diz çökmüş ya da işbirliğine girişmiş yöneticileri yüzünden neredeyse yapayalnız... İnsanlara zulmetmeyi de, zulmolunmayı da yasaklayan Allah’a emanet Gazze...
 
***
 
Ne zaman Filistin konusu gündeme gelse, kimilerinin aklına hemen Birinci Dünya Savaşı sırasında Arapların bizi arkadan vurması gelir... Buradan hareketle, ya “Bize ne?”  diyerek, coğrafyadaki yangına sırt çevirmemiz gerekmektedir ya da örtülü bir şekilde saldırganı desteklememiz!..
Oysa bu yaklaşım, statejik, dinî ve tarihî açılardan yanlış bir yaklaşımdır... Tarihî açıdan yanlış olan ‘genelleme’ yapılmasıdır... Evet, İngilizlerle işbirliği yaparak, Osmanlı’yı arkadan hançerleyen Arap ihanetlerini yaşadık... Lawrence’ler, Şerif Hüseyinler elbette hayal ürünü değil, tarihen sabittir... Ama başta Kuzey Afrika ve Basra olmak üzere cephe cephe başka Araplarla birlikte ölümlere de koştuk... Bu gerçeği en iyi bilen ve yaşayanlardan birisi de Mustafa Kemal Atatürk’tür.. Keza Çanakkale’de de... İşin özü, ‘mâzi’yle aramıza mesafe koyma arayışına, ‘Arap ihanetleri’ üzerinden meşruiyet kazandırılmak istenince ortaya gerçekle yüzde yüz örtüşmeyen bu sonuç çıktı...
Stratejik açıdan yanlış olan ise, bölgede kurulmakta olan yeni düzene ve onun taşıyıcılarına karşı saf tutmamaktır... Günümüzde İsrail bir büyük üstür ve büyük üssü emperyalizmin ortak menfaatleri adına genişletme gayretindedir... Burada önümüze bir yol ayrımı çıkıyor... Ya mazlumlarla ve coğrafyanın ezilen, uşaklığa icbar edilen tüm unsurlarıyla bir olup yeni düzene karşı çıkacağız veya siyasî iktidarın yaptığı gibi ‘çift kişilikli’ davranacağız!.. Bir yandan ‘din kardeşliği’ edebiyatını sarılacağız, diğer yandan stratejik ortağın sözünden çıkmayacağız!...
Sadece bu açıdan bakıldığında bile, ‘eskinin günahları’nı bugüne taşıyarak, bir türlü iştahı kesilmeyen Batı yayılmacılığı karşısında dikilmesi gereken ortak direnci zayıflatmak ve yine emperyalistlerin kucağına doğru savrulmak rasyonel bir strateji olamaz... Gelelim dinî açıdan yanlışlığa... Doğan her çocuğun, atalarının günahlarıyla doğduğuna inanılması ve bu günahlardan arınmak için çeşitli ritüellere tâbi tutulması başka bazı dinlerde vardır ama İslâm’da yoktur... İslâm bu konuda nettir; her çoçuk İslâm fıtratı üzerine doğar, masum ve günahsızdır... Yani, atalarının gühahını ondan soramazsınız... Bugün İsrail’in attığı fosfor ve misket bombalarıyla yanan ve delik deşik olan her çocuğa, ‘bir tarağın dişleri’ hassasiyetiyle değil de, büyük büyük dedelerinin yaptıkları çerçevesinden bakmak, bir anlamda İsrail’e onay vermektir... Enkazın altından ağzında emzikle çıkarılan her bebeğin âhı, bütün önyargıları mahkûm edecek insanüstü bir güce sahipken, tarihe ve insanlığa karşı sorumluluk hisseden hiç kimse, gücünü bebekler üzerinde deneyen bu vahşet sahibi şımarıklar karşısında sessiz kalamaz... Hele müslümansa hiç kalamaz...

***
 
Bir parantez de çifte standartlarımız için açalım... Neden kimisi için Filistin önemlidir de, Urumçi önemli değildir? Ya da neden Myanmar’a yetişmek lâzımdır da, Karabağ göçmenlerini görmesek de olur? Neden Kerkük’e Telafer’e kulak vermek, Tahrir’e kulak vermek kadar değerli değildir? Hocalı neden unutulur? Yoksa Batı Trakya, Lübnan’dan ayrı bir gezegende midir?
Sahi, acılar karşısındaki bu adaletsiz  ‘kategorize oluş’lar neden? İdeoloji, milliyet duygusu, mezhebî veya dinî taassup, mazlumun âhı sözkonusu olduğunda neden çifte standarda yol açıyor?
Kirli tarihin kendi kanlarıyla yazıldığından habersiz bebeklerin, mazlum ve masumların acıları üzerinden ideloji sürdürüp, adeta parselasyon yapılmış gibi, başka mazlumların acılarına sırt dönmek ne çirkin bir çelişki... Ve çirkin olduğu kadar, ‘bir tarağın dişleri’ne yakışmayacak, inandırıcılıktan da uzak bir çelişki...
Oysa en yakınımızdan başlayarak, milliyeti, dini ve ideolojisi ne olursa olsun, bütün insanlığın derdi ‘bizim’de derdimiz olmalı... Onun için diğerleri gibi Gazze de ‘bizim’dir... Tıpkı Çanakkale’de üzerinde ‘Gazze’yazan mezar taşı kadar ‘bizim’!..