Bülent Ersoy'un 68'in ruhuna bazı 68'lilere göre daha yakın bir duruşunun olduğunu söyleyebilirim.

Bülent Ersoy’un Deniz Gezmiş’le arkadaş olduğuna ilişkin açıklamasını okuduğumda, kafamda soru işareti oluşmasına rağmen, “belki olabilir” demekten de geri durmadım. Deniz, 1960’larda, Üsküdar-Harem’de anne-babasının yanında yaşıyordu. TİP Üsküdar İlçe Örgütü üyesiydi. Bülent Ersoy, Malatya 1952 doğumlu. 1970 yılında Üsküdar Fıstıkağacı’nda sahneye çıktığını biliyoruz. Bu bağlamda, Deniz Gezmiş’le aynı mahallede bulunmaları ve karşılaşmış olmaları ihtimal dahilindedir.
Bu buluşmanın gerçekleşip gerçekleşmediği, böyle bir arkadaşlığın var olup olmadığı, tespiti zor ve orijinal bir konu olarak bir kenarda dursun... Şu anda üzerinde durulması gereken, Bülent Ersoy’un açıklamasına bazı 68’lilerin verdiği olumsuz tepki. “Nasıl olur da bizim arkadaşımızla ‘bu türden’ birisi ilişki kurmuş olabilir” diye başlayan, hakaret ve tehditlerle devam eden açıklamalara ilişkin birkaç söz söylemekte yarar görüyorum.
 1968’liler üzerine her iki uçta da değişik değerlendirmeler yapıldı, yapılmaya devam ediyor. Bazı çevrelere göre 68’liler, “darbecilerin aleti” olmuştur. Milliyetçi/ulusalcı/devletçi eğilimlere kapıldıkları için kendi iradeleri dışında hareket etmiş, herhangi bir “yeni değer” üretememişlerdir ve Deniz Gezmiş de bunlardan birisidir.
Tam tersini düşünen bazı çevrelere göre ise 68’liler, “Dünyayı zaptetmeye niyetli pir-ü pak devrimciler”di. Hem siyasi hem kültürel değer yargıları açısından yenilikçi bir konumları vardı. Onların yolundan gidilseydi, bugün devrim gerçekleşmiş ve başka bir Türkiye yaratılmış olabilirdi. İki uçtaki bu tür değerlendirmelerin de sorunlu olduğunu düşünenlerdenim.  68, siyasi duruş olarak neyi hedeflemiştir? Varolan düzene isyan etmek ve düzeni değiştirmeye kararlı bir mücadele sergilemek.
Düzeni değiştirmek için askerle (bunu “asker-sivil aydın zümre” diye tarif edenler de vardı) işbirliği yapmayı gerekli görenler yok değildi. Yürütülen mücadeleyi “İkinci Milli Kurtuluş Savaşı”, “hedef”i de “Kemalist devrimin tamamlanması” olarak tanımlayabiliyorlardı. Bazı devrimciler ise “kırlardan şehirlere silahlı mücadele” ile devrimin gerçekleşebileceğine inanıyorlardı.
Bu akımların önemli bir çoğunluğunda “Cumhuriyetçilik” kapsamında tanımlayabileceğimiz “otoriter modernleşmeci” kesimlerin ağırlığı büyüktü. Boran ve Aybarların “reformcu dönüşüm görüşü” ise sivil ve demokratik karakteriyle diğerlerinden ayrılıyordu. Hemen hemen bütün bu akımların üzerinde Kemalizmin az veya çok bir etkisi vardı. Özellikle 27 Mayıs’ın dumanlarının tüttüğü, tazeliğini koruduğu günlerde, asker esas olarak olumlu bir konumda kabul edilirdi. Tabii, bütün bu siyasi olgular, ahlaki ve kültürel değer yargılarını da etkiliyordu.
Bülent Ersoy’a yönelik tehditvari açıklamalarıyla dikkat çeken Bozkurt Nuhoğlu, 68’e 27 Mayıs günlerinden miras kalmış bir Kemalist “devrimci” sayılabilir. İlk dönemlerde Deniz Gezmiş üzerinde önemli bir etkisi de olmuştur.
 68 kuşağının gençlerini; gördükleri Kemalist eğitimden, o dönemin toplumsal alışkanlıklarından, Türkiye’nin mahalli-yerel-değer yargılarından, 1960’ların “anti-emperyalist” söylemlerinden, o günlere özgü bir tür “ABD karşıtlığı”ndan bazı ahlaki söylemlerden bağımsız olarak analiz edemeyiz.
 “Maço ve kabadayı çıkış” sorununa gelince… 68 gençliğini maço kültürden de bağımsız değerlendiremeyiz. Bir “modernleşme ve uygarlaşma süreci”nin parçası ve hatta öncüsü olmayı samimi bir şekilde isteyen kuvvetli bir eğilim vardı, ama ABD ve Avrupa’da gelişmekte olan (feminizm gibi) yeni akımlar henüz buralara pek ulaşmamıştı. Kadın devrimciler hâlâ erkek egemen kültürün etkisi altındaydılar. Kısacası, devrimci gençlik içinde de, o dönemin Türkiyesi’nin “ortalama değerler”inden bağımsız bir durum söz konusu değildi.
 Ancak bazı  “kıpırdanışlar”ın, sorgulamaların o dönemde şekillendiğini söylemek de yanlış olmaz. Türkiye’deki feminist hareketin birçok öncüsünün 68’li devrimci kadınlardan oluşması tesadüf değildir.  Deniz Gezmiş konusunda Bülent Ersoy’a yönelik olarak karşımıza çıkan kaba erkek egemen söylem, her şeye rağmen “68 kültürünün genelinin bir yansıması” olarak görülemez ve o dönemin standartlarıyla bakıldığında da ilkel bir duruşa işaret eder.
Hatta daha da ileri giderek şunu öne sürebilirim: Bülent Ersoy’un kimlik mücadelesinin ciddi bir cesaret gerektirdiği inancındayım. Bu yönüyle onun 68’in ruhuna bazı 68’lilere göre daha yakın bir duruşunun olduğunu söyleyebilirim.