Benim gibi otuz yıl hayata sadece ‘haber’ olarak bakmış birileri için, başbakanların, devlet başkanlarının, cumhurbaşkanlarının sağlık durumlarının haberleri sadece “haberdir ve bir gazeteci haberi görmelidir...”

Fakat yalanım yok...

Bülent Ecevit’in, Başbakan’ken gazetelerin manşetlerinden verilen “iş göremez” haberlerini de o günlerde yayınlamayı reddetmiş, “öldü ölecek” haberlerine zinhar rağbet etmemiştim...

Zaman beni haklı çıkarttı...

“Komada ve ölüyor” denilen Ecevit, yıllarca sağlıklı yaşadı, Türkiye üzerinde gizli odakların oynamak istediği oyun bozuldu...

***


Bugün “Tayyip Erdoğan’ın, tıpkı bir zamanlar Ecevit’e yapıldığı gibi, kimseler tarafından doğrulanmayan sağlık haberi”ni ben olsam vermezdim...

Haberi yayınlamaktan korktuğum için değil...

Gazetecilik sezgilerim, bu tip haberlerin uluslararası ve ulus için derin manipülasyon merkezlerinin provokasyonuna en açık haberler olduğunu söylüyor da onun için...

Haberin yaratacağı etki sonsuz yıkıcılığıyla, haberin dezenformasyon olma ihtimalini artırıyor...

Bülent Ecevit bütün dünyaya “ha öldü ha ölecek” diye lanse edildi...

Yerine fiili başbakanlar tayin edildi...

Hükümetler kuruldu, hükümetler yıkıldı!..

“İş göremez” raporu alınıp, Ecevit‘in ne kadar kötü durumda olduğu üzerine makaleler yazıldı...

Adamcağız hastaneden kurtulup tek başına Rahşan Hanım’la evinde kalıp bir süre dinlenince, yüzüne gözüne kan geldi, her tarafından sağlık fışkırdı...

Başbakanlık merdivenlerinden tökezleyip çıkamayan, konuşurken heceleyen adam gitti, yerine yeniden doğan, doğru düzgün konuşup, merdivenleri gayet sağlıklı çıkan bir adam geliverdi...

***


O günlerin Ecevit’i için “ölümcül hastalık” peydahlayanlar, sonraları çok utandılar...

Farkındayım, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ameliyat olduğu günden bu yana, “bitmeyen bir kronik hastalık söylentisi” sürdürülmekte...

Erdoğan; Ecevit gibi de değil...

Seyahat edemez deniyor, Erdoğan hemen yurt dışı seyahate karar veriyor...

Çalışamaz deniyor...

Erdoğan, Dolmabahçe’deki ofiste gece yarılarına kadar çalışıyor...

Kemoterapi görüyor deniyor, Erdoğan kemoterapi göremeyecek bir çalışma yoğunluğunu hemen kamuoyuyla paylaşıyor...

Tayyip Erdoğan’ın doktoru değilim...

Fakat bu haberin kaynağındakiler de Erdoğan’ın doktoru değiller...

Ben Başbakan’ın sağlığında, hayatında, duruşunda, herhangi bir sorun görmüyorum...

Böyle bir bulguyu güçlendirecek hiçbir olay yok, ufukta görünmüyor...

Üstelik bir zamanlar Bülent Ecevit için bulgu üzerine bulgu çıkartmış ve merhumun imajı üzerinden algı yanılsaması yaratmışlardı üzerimizde...

Sadece on yıl önce bunları yaşayan bir toplum, bu tongalara bu kadar kolay düşmemeli...

Elbette doktor değilim...

Fakat mayınlar ve tongalara düşme konusunda şerbetliyim...

Gazetecilik, on yıl arayla sürekli mayınlara basma ve tongalara düşme sanatı değil...

Ben biraz da mayınsız özgürlüklerde koşmak istiyorum...

*****


28 ŞUBAT’IN YARGILANMASINI İSTEYEN MEMDUH BAYRAKTAROĞLU’NUN GÖNDERDİKLERİ...

28 Şubat günllerinde Tansu Çiller’in en yakınında olup, mağdur olanların başında geliyor Memduh Bayraktaroğlu...

28 Şubat-yargılamalar-hesaplaşmalar başlıklı yazılarımla ilgili, bir mektup göndermiş bana...

“Sevgili Reha;

Seni yakından tanıyan herkes (ve ben de) biliyor ki vicdan sahibi, rikkat-i kalp bir insansın...

28 Şubatçıların yargılanma ihtimaline de acıma duygularınla bakıyorsun...

Biliyorum efendim;

Muhalefetin, yargılanacak olmalarına değil...

Halen tutuklu yargılanan yüzlerce asker ve bazı gazeteciler gibi onların da kabul edilemez uzunlukta tutuklu kalabilme ihtimaline muhalefet ediyorsun...

Haklısın da...

Ama...

Ya adaleti ne yapacağız Reha?..

Acırsak, adalet nasıl tesis edilecek?..

Ya da tam tersi...

Nefret duygularını vicdanlarımızın önüne koyarsak...

Demek istemem şu Reha’cığım;

Önce hukuk, adalet...

Sonra merhamet ya da nefret!..

Sevgili Reha;

Anacığımın çok sevdiğim bir fıkrasını seninle paylaşayım...

Kadın, ölen kocasının arkasından “ah sarı çizmeli kocacığım ah” diye ağlıyormuş.

Komşuları “ayol senin kocanın ayağında bir defa bile sarı çizme görmedik ya” demişler...

Kadın ağlamasını sürdürmüş...

“Ah alacağım derdi, alacağım derdi”...

Sevgili Reha’cığım;

Balyoz, Sarıkız, Ayışığı falan gibi darbeler oldu da ben mi görmedim...

Yooo...

Hepsi birer “niyet”ten ibaret...

Yani...

O kadar paşa “darbe yapmaya niyet ettikleri” için hapisteler?..

Yani fıkradaki gibi...

İyi ama Reha’cığım;

28 Şubat’ta gelecek zaman da yok niyet de yok...

Adamlar; medya/finans/general ortaklığında alenen darbe yaptılar...

Bazılarının “canım şimdi hesap sormanın zamanı mı?” çekimserliklerini anlayabilirim...

Ama senin o adamlara acımanı anlayamam...

28 Şubat sürecinde ve devamında sana sadece adaletsizlik değil, merhametsizlik de yaptılar...

Yani...

Senin onlara merhamet göstermen de adil davranman da fazla romantizm olur...

Buna rağmen yine de seni tanıdığım için “adil ol ama merhametli olma” diyorum ya...

Hem Reha, Evren ve Şahinkaya 12 Eylül 1980’den 32 sene önce yaptıkları darbe yüzünden yargılanmayacaklar mı?..

32 sene önceki darbeciler suçlu da, 15 yıl öncekiler masum mu yani?..

Ben 28 Şubat paşalarından da medyasından da şikâyetçiyim Reha’cığım...

Bu şikâyetim yeni değil 15 yıldır devam ediyor.

Peki...

Ahmet Hakan olup(!) sorayım kendime:

Neden daha önceki yıllar bu kadar çok sesim çıkmıyordu?..

Sebebi basit:

Daha önceki yıllar hiç bu yılki kadar hiç güçlü olmamıştım da ondan...

Reha’cığım bir kıssa daha aktarayım sana...

Zalim bir zabit, işgal ettikleri köyde bir köylünüm başını tuğlayla ezmiş...

Tuğlayı da ezdiği köylünün yanı başına atıp gitmiş...

Başı ezilen ama ölmeyen köylü önce yanı başındaki tuğlaya bakmış, sonra da kendisini darp ettikten sonra çekip giden adama...

Tuğlayı alıp ayağa kalkmayı, koşup adamın kafasına vurmayı düşünmüş ama ayağa kalkacak takati yok...

Elini uzatıp tuğlayı almış, urbasının altına saklamış...

Bir zaman sonra köyündeki kuyulardan birinden sesler geliyormuş...

Gidip bakmış ki kendisini darbeden zabit kuyuya düşmüş, yardım istiyormuş...

Yıllarca urbasının altında taşıdığı tuğlayı çıkarıp adamın kafasına fırlatmış...

Adam başı kan içinde ve baygın vaziyette kuyuya düşmüş...

Senin merhamet dolu yüreğin “ama bu fırsatçılık” diyebilir...

Hayır...

“Fırsatçılık” değil, “strateji”...

Yani...

Ben dün güçsüzdüm, sesimi duyurabileceğim platform yoktu...

Bugün ise hem o güne göre çok daha güçlüyüm, hem de söz söyleyebilecek imkânım çok...

Yani Reha’cığım...

Adalet de intikam gibidir...

(Ne yazık ki) ancak güçlü olunduğunda tesis edilebilir...

Bir fıkrayla bitireyim...

Amerika’nın en zenginlerinden biri, ünlü bir gazeteciye röportaj veriyor...

İlk soru, “nasıl bu kadar zengin olabildiniz anlatır mısınız?” bir dolarım vardı okulu bitirdiğimde” diye başlamış adam...“Onunla iki elma aldım... Parlattım, ikisini 4 dolara sattım... Dört dolarla sekiz elma aldım... Parlattım on altı dolara sattım... On altı dolarla otuz iki elma aldım... Parlattım 64 dolara sattım...”

Ünlü zengin geometriyle nasıl elma alıp sattığını anlatırken söyleşiyi yapan gazeteci araya girmiş:

“Yani bir dolar ve iki elma ile oluşturdunuz servetinizi”...

“Yok” demiş zengin... “Bir gün Las Vegas’tan bir telgraf geldi... Varlığından bile haberdar olmadığım ve fakat büyük otelleri ve gazinoları olan amcam ölmüş... Hayatta benden başka yaşayan hiç kimsesi de yokmuş, bütün serveti bana kaldı...”

Yani Reha’cığım;

Laikliğin tehlikede oluşu, irticaın hortlama ihtimali falan gibi konular 28 Şubat sürecinin elmaları...

Ölen (öldürülmüş de olabilir..!) amca, kumarhane ve otelleri ise asıl sebep!..

Bilmem anlatabildim mi?...

Gözlerinden öperim

Memduh Bayraktaroğlu”

*****


MEMDUH BAYRAKTAROĞLU’NA CEVABIM VE YAPMAK İSTEDİĞİM 28 ŞUBAT BELGESELİ!..

Sevgili Memduh Bayraktaroğlu’yla yakından tanışmazdım...

Ta ki RTÜK kanunuyla ilgili bir olayda benim yazımı, ağır biçimde eleştirdiği ana kadar...

Ona RTÜK kanununa neden o günlerde karşı çıktığımı anlatmıştım...

Konunun içindeydi, Tansu Çiller’in en yakınındaydı...

İlgiyle dinlemişti beni...

Sonra arada bir konuşur, sohbet eder olduk...

Mağdurdu...

28 Şubat’la ilgili hesaplaşmalar ortaya çıkınca, “Bildiği ve o gün bakanlardan duyduğu birçok şeyi anlatmaya başladı...”

Ona göre olaylar ekonomikti ve hükümetin devrilme nedeni, Erbakan’ın aldığı tarihi bir karardı...

6.5 milyar dolarlık kamu parasının özel bankalara gitmemesi, bir havuzda toplanmasını istemişti Erbakan...

Bu istek onun siyasi hayatına mal olmuştu...

İrtica falan bu işin sosuydu...

***


Benim ise mektubunda yazdığı gibi, ismimin o süreçte çoktan çizildiğini, 28 Şubat’ı izleyen günlerde ve hükümetlerde ‘defterimin dürüldüğünü’ söylüyordu...

- “Sen gazetecilik ve habercilikten başka bir şey bilmediğin için etrafında dönen oyunların o günlerde de bugün de farkında değilsin” diyordu...

Ona şöyle söyledim;

- “Bir hükümet gönderiliyorsa, yerine mutlaka istenen bir başkası getirilecektir... Gidenin nasıl gittiği değil, gelenin neyi getirdiği 28 Şubat’ın şifresidir...”

- “Hah” dedi “İşte benim de söylemek istediğim bu... O olayların ekonomik perde arkasını anlatmaya çalışıyorum yıllardır...”

Çok ilginç şeyler söylüyor...

O kadar ilginç şeyler söylüyor ki bu söylediklerinden dolayı yıllardır sesinin kesilmiş olduğunu ima ediyordu...

O bir ekonomistti ve bütün söyledikleri perde arkası olayları ilgiyle dinliyordum...

***


Bir konu hariç...

Ben 28 Şubat hesaplaşmasında, 15 yıl sonra başlayan yargı sürecinin, birilerinin tutuklanma ihtimalinin, yeni hapislerin ve ağır cezai sonuçlara varacak yargılamaların hesaplaşma ve ortaya çıkartma sürecine zarar vereceğini düşünüyordum... Memduh Bayraktaroğlu’na göre, ben adaletin bile tecelli etmesini engelleyecek ölçüde “merhametliydim...”

Oysa onun anlattıklarına bakılırsa, bana karşı onlar hiçbir zaman merhametli olmadılar...

Doğru olabilirdi söyledikleri...

Muhtemelen merhametime ve duygusallığıma kılıf arıyordum...

Fakat 15 yıl sonra, gerçekten müsebbiblerini karşıma alacak şekilde bu konuyla hesaplaşmak istiyordum...

“İrtica tehlikesinin ötesinde” esasen ne yapmak istemişlerdi?..

Niye Erbakan-Çiller hükümeti düşürülmüştü?..

Yerine gelen hükümet neyi farklı yapmıştı?..

Erbakan’ın düşürülüşüne neden olduğu söylenen o karara ne olmuştu?..

Benim ismimi çizenler, bankalar operasyonundan sonra, haber merkezimi neden dağıtmışlardı?..

Yedi yıl en çok izlenen haber merkezime ve bana “magazinci” damgası vuranlar, aslında neyi örtbas etme gayreti içindeydiler?..

Ben ve arkadaşlarım gerçekte hangi planların önüne set çekiyorduk?..

***


Bunların hepsini öğrenmek, yüzleşmek, hesaplaşmak ve sorgulamak istiyordum...

Öyle üstün körü olayların gerçek yönününün ve müsebbiblerinin ele alınmadığı çakma belgesellerle değil...

Gerçeklerin üzerindeki örtünün kaldırıldığı, belgelerle...

Zavallı Rıdvan Akar!..

Hâlâ belgeseli kendininki zannediyor ve neden apar topar çekildiğinin farkına varmıyor?..

Ne de olsa o da bir çarşı mensubu...

Benim gibi isyankar ve romantik...

Gerçeklerden ve fırsatçılıktan bihaber...

Ancak sevgili Memduh Bayraktaroğlu’yla ayrıldığım bir nokta var:

Ben bu soruların bende yarattığı infialleri çoktan aştım ve bu saatten sonra o haksızlıkların, kimseleri cezaevlerine gönderecek bir sürece meydan vermesini tasvip edemem...

Hesabı soracağım...

Fakat kimse hapse girmezse hesap soracağım... Birilerinin hapse girebileceği bir süreç benim hesap sormamı, hatta hesabı bir kalem geçtik, soru sormamı engelliyor...

15 yıl sonra birilerini cezaevine sokan bir itirafçı değil, onlardan hesap soran temiz bir gazeteciden ibaret olmak istiyorum...

İçim kıpır kıpır...

Fırtınalar, alaboralar, dilimin ucuna kadar gelen derin akıntılar yaşıyorum...

Yutkunmaktan takatim kalmadı...

Yargı sürecinin kapanmasını ve hesap sorma sürecinin başlamasını istiyorum...

Esas o hesaplaşmanının “belgeselini” yapmak niyetindeyim...

Ölmez sağ kalırsam...

(VATAN)