ADI: Henri Barkey.

28 Şubat sürecindeki görevi: ABD Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi elemanı...


Türkiye’yle hep yakın ilişkileri olmuş bir isim.
* * *
Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Henri Barkey’e soruyor:
“28 Şubat’ta Amerika’nın bir rolü oldu mu?”
Henri Barkey’in yanıt cümleleri şunlar:
-  Amerika Birleşik Devletleri darbe yanlısı değildi.
-  Refah-Yol hükümeti seçimle başa gelmiş meşru bir hükümetti.
-  28 Şubat genel olarak bir süreçti ve dışarıdan bakınca örneğin hükümetin devrilmesine neden olan DYP’deki istifalar legal gözüküyordu.
-  Karışmak istemedik.
-  Biraz gözlerimizi yumduk ve başka meselelerle ilgilendik.
-  Biz ne diyebilirdik ki?
* * *
Birleşik Devletler’in hiçbir zaman “demokrasi” ve “özgürlükler” gibi bir derdi olmadığının bilincindeyim.
Bu nedenle Henri Barkey’in “Karışmak istemedik” ya da “Biraz gözlerimizi yumduk, başka meselelerle ilgilendik” şeklindeki cümlelerine zerre kadar bile şaşırmadım.
Sadece Amerika’nın temel derdinin aslında “demokrasi” ve “özgürlükler” olmadığının bu denli açık bir şekilde ifade edilmesi hoşuma gitti.
Çok sağ ol Henri...

Kınanması gerekeni hapse atmaya çalışmak

28 Şubat döneminde...
-  Askerden gelen her açıklamayı manşetlere çekenleri...
-  Askerin üzerine gittiği hükümetin üzerine gidenleri...
-  Tek sesli yayın yapanları...
-  Yaptıkları yorumlarda hükümete bin tane laf saydırırken askere bir tanecik bile laf etmeyenleri...
-  “Hükümet gitsin” diye kampanya yapanları...
-  Darbeye çanak tutucu yorumlar yapanları...
Eleştirmek, kınamak, teşhir etmek, ayıplamak, rezil etmek, hırpalamak, lafla dövmek herkesin hakkıdır.
Hem de sonuna kadar.
* * *
Kimsenin hakkı olmayan şey ise şudur:
Bunları yapanların tutuklanmasını, yargılanmasını, iddianamelerle hedef haline getirilmesini, zindanlara tıkılmasını talep etmek...
Çünkü...
-  Genelkurmay açıklamalarını manşete çekmek...
-  Asker yanlısı yorum yapmak...
-  Dönemin hükümetine ağır eleştirilerde bulunmak...
-  Tek sesli yayın yapmak...
Gibi işler, “kriminal işler” değildir.
Ancak ahlaki açıdan sorgulanacak işlerdir.

Beni hayattan soğutan şeyler

-  “Suriye Devrimi”nin elimizde patlaması...
-  Konjonktürün İdris Naim Şahin’in lehine gelişmesi...
-  “Aradığınız numara şu anda cevap verememektedir” cümlesi...
-  Bülent Ersoy’un “moonwalk” yapması...
-  Zamanında fısıltıyla bile konuşmayanların şimdi çıkıp nara atması...
-  İstiklal Caddesi’nin gece yarısından sonraki bireyleri...
-  İran’ın aniden düşmanımız olması...
-  Mahalle bakkalında kameralara yakalanmak...
-  “Muhafazakâr sanat” tartışmaları...
-  Üçüncü Antalya Televizyon Ödülleri karmaşası...

Melih Gökçek de özür dilemelidir

İKİ yıl önceydi...
Melih Gökçek Tarafsız Bölge’deydi.
“CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili elimde müthiş belgeler var, şimdi onları açıklayacağım” diyerek başlamıştı suçlamalara Gökçek...
Kemal Kılıçdaroğlu’nun SSK Genel Müdürü olduğu zamanlarda Alevi kadrolaşma yaptığına, PKK’lıları kolladığına dair bir sürü iddia...
Sormuştum:
“Bu iddiaları nereden aldınız?”
Cevap:
“Batı Çalışma Grubu raporlarından”.
Yani Gökçek, 28 Şubat sürecinin zulüm makinesi Batı Çalışma Grubu raporlarını, rakip partinin liderini yıpratmak için kullanmıştı.
Hem de sonuna kadar.
* * *
Bilmem Melih Gökçek, bu konuda kamuoyundan ve Kemal Kılıçdaroğlu’ndan özür dilemeyi düşünür mü?

Şiirlerle hayatım

-  Daha ilkokula bile gitmiyorken “Atatürk çocuğu” adlı 23 Nisan şiirini ezberleme...
-  İlkokulda her 23 Nisan’da şiir okuma görevinin bana verilmesi...
-  10 Kasım törenlerinde “Yediyordu Elif kağnısını...” diye başlayan şiiri okuma...
-  Şiir okuma işinin tamamen üzerime kalması nedeniyle Hürriyet ve Anayasa Bayramı’nda bile şiir okuma...
-  İmam-hatipte şiir okuma yarışmasında Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” adlı şiirini okuyarak birinci olma...
-  Safahat ve Çile’den şiirler ezberleme...
-  İsmet Özel şiirleriyle tanışıp “şiir başka bir şeymiş” demeye başlama...
-  Cahit Zarifoğlu şiirlerine aşina olma...
-  Ece Ayhan’ın “Mor Külhani”sine geçiş...
-  Sezai Karakoç’un “Monna Roza”sıyla geçen üniversitenin ilk günleri...
-  Attilâ İlhan’ın “Karantinalı Despinası”na hayranlık...
-  Cemal Süreya şiirleriyle melankoli...
-  Ve en sonunda “galiba şiir öldü” cümlesi...

Bu bir çağrıdır

-  Bırakalım Amerika’nın bu 24 Nisan’da ne yapacağını...
-  Bırakalım Fransızların Ermeni meselesi üzerinden oynadığı oyunları...
-  Bırakalım öldürülen ya da sürülen Ermeni sayısı üzerinden tartışmalara ve hesaplaşmalara girişmeyi...
-  Bırakalım tarihi lehe çevirmek için bin dereden su getirmeyi...
-  Bırakalım “herkes bize haksızlık yapıyor” duygusunu...
-  Bırakalım Ermeni yalanları edebiyatını...
-  Bırakalım “ama siz de falancaları katletmiştiniz” türü yakışıksız müdafaa cümlelerini...
Bırakalım...
Bir günlüğüne olsun bırakalım...
Ve 1915 yılında bu topraklarda yaşayan Ermenilerin acılarını analım.
Bugün saat 19.15’te Taksim’de buluşalım.
Devletlerarası ilişkilerden, politik oyunlardan, milli duygulardan falan arınarak 1915’te yaşananlar üzerine sessizce düşünelim.
Ve “ortak yastan çıkan umut”ta buluşalım.

(Hürriyet)