Ankara’da 25-26 Mayıs tarihlerinde BDP tarafından gerçekleştiren “Barış Konferansı”nın sonuç bildirgesinde yer alan çarpıcı maddeler vardı. Ancak bu konferans gündemin gezi parkına kitlenmiş olmasından dolayı kamuoyunun pek dikkatini çekmedi.

             Bu bildirgede pek çok maddenin altına imza atabileceğim gibi bazı maddeleri de objektiflikten uzak, ülkenin varolan gerçeğiyle örtüşmeyen, mevcut barış sürecinin ruhuna uymayan, ipe un serme amacını taşıyan ve tamamen ABD ve AB’nin Türkiye dayattığı maddeler olduğunu düşünüyorum.

           Örneğin bildirgede; “bu bağlamda, özellikle 1915’te Ermeniler, Pontus Rumları ve Süryanilere, 1938’de Dersim Alevilerine uygulanan soykırımlarla, 1925 Şeyh Sait ayaklanmasına İstiklal Mahkemeleri eliyle uygulanan katliamla yüzleşme gereğine işaret edildi.”maddesi var.

           Bu maddede anlaşılan BDP tarafından soykırımın kabul edildiği, Türkiye Cumhuriyeti devletinden de bu “soykırım”ı kabul etmesi istendiği ve yüzleşmeden çok ülkeyi uluslar arası arenada “İnsanlık suçu” işlendiği tezini kabul ettirmek amacını taşıdığı da görülmektedir. Ve buda bana çok tehlikeli gelmektedir.

            Çünkü bu toplumun insanları işlemediği bir suçtan ötürü insanlık vicdanında mahkum olmak istemediği gibi Türkiye dayatılan “soykırım”ında kimin eli ve desteğiyle de yapıldığı ahlaklı ve namuslu tarihçiler tarafından araştırılması, Türkiye’nin; her yıl Ermeni soykırım yasa tasarısının ABD senatosundan geçmemesi içinde lobilere milyon dolarları da verme zorunluluğundan kurtarılması gerekir.

           Konferansın bildirgesinin satır başları şöyle:

           “Biz bu Konferans’ta bir araya gelenler, bugün Türkiye’nin çözüm ve barış sürecinin önemli bir aşamasında bulunduğunu saptıyoruz. Kürt sorununda çözüme yönelik görüşmeler sürecinin desteklenmesi ve geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Konferansımızın, müzakere sürecinin kesintisiz olarak sürdürülmesi için kararlı bir tutum ve çaba içerisinde olacağını ilan ediyoruz.

          Hasta ve çocuk tutsaklar başta olmak üzere, siyasi tutukluların serbest bırakılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin geciktirilmeden ele alınmasını talep ediyoruz. Konferans katılımcıları olarak kendimizi barış ve müzakere sürecini izlemekle görevlendiriyoruz. 

         Gerçek bir barışın sağlanması için bugünden başlayarak geçmişe kadar uzanan tüm katliamlarla, faili meçhullerle, kayıplarla, soykırımlarla yüzleşmenin vazgeçilmezliğinde birleşiyoruz ve günümüzden geriye doğru, insanlığa karşı işlenmiş bütün suçları, zaman aşımı olmaksızın ortaya çıkarmak ve adaleti tesis etmek için üzerimize düşen her şeyi yapacağımızı belirtiyoruz.

         Barışın sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu ve Suriye’de de gerçekleşmesi hedefinin Konferans katılımcılarının ortak mücadele konusu olduğuna işaret ederken, Reyhanlı’da yaşanan katliamın barış ihtiyacının ne kadar acil olduğunu gösterdiğini vurguluyoruz.

         ‘Hakikat, Yüzleşme ve Adalet’, ‘Hukuk, Yol Temizliği ve Yeni Anayasa’ ve ‘Müzakere Sürecinde Barışın Toplumsallaşması ve Demokratik Siyaset’ başlıkları altında yapılan oturumlardaki değerlendirmeler ekteki sonuç raporlarında yer alıyor.

 1. Hukukun üstünlüğü ve adalet idaresindeki zafiyet,

2. Süregelen insan hakları ihlalleri,

3. Güven artırıcı adımların genel olarak tek taraflılık karakteri arz etmesi,

4. Yargı sisteminin özellikle toplumun belli kesimleri açısından yeterli bir güvence sunmamasıdır.

 Ceza mevzuatının yenilenmesi, Terörle Mücadele Kanunu’nun kaldırılması;

            Temsil de adaleti engelleyen yüzde 10 barajının değiştirilmesi ve Hazine yardımının bütün partilere yapılması başta olmak üzere Siyasi Partiler ve Seçim Mevzuatı. İfade ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili mevzuatta köklü değişikliklerin yapılması. Yargı sistemine hakim olan anlayışın değişmesi sürecin başarıyla devam etmesi için hayati önemdedir.

           Bugün cezaevlerinde bulunan binlerce siyasi tutuklu ve hükümlünün özgürlüğünden yoksun olması da bu saydığımız mevzuatın ve yargı anlayışının ürünüdür. Aynı çerçevede bir güven mesajı vermek üzere Türkiye’nin taraf olduğu, temel hak ve özgürlüklere ilişkin tüm uluslararası anlaşmalardaki çekinceler kaldırılmalıdır.

          Zira bu çekinceler esas itibariyle ülkedeki farklılıkları, eşit ve demokratik bir ortamda yaşamayı ret eden bir anlayıştan kaynaklanıyor. Bu nedenle başta Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere, temel hak ve özgürlüklere dair tüm uluslararası sözleşmelerdeki çekinceler vakit geçirilmeksizin kaldırılmalı; insan ve doğa hakları ile ilgili diğer sözleşmeler de imzalanmalıdır.

          Yeni bir anayasa ihtiyacı seçimlere veya başkanlık tartışmalarına bağlanamaz. 1982 Anayasası referans alınarak yeni bir anayasa yapılamaz. Yapılırsa da bu yeni bir anayasa olmaz. 

          Herkesin anadiliyle eğitim gördüğü ve hayatın her alanında anadiliyle yaşadığı,

farklı dil, kültür ve inançların, inançsızların; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimlerin eşitlik hukuku çerçevesinde tanındığı ve korunduğu; Vicdani ret hakkının tanındığı; Siyasi katılımı, ekonomide adaleti, çevre ve iklim adaletini esas alan bir anayasa olması hepimizin acil, vazgeçilmez talebi ve ihtiyacıdır.”denilmektedir.

        Ayrıca şu madde de tarihsel analizden yoksun bir maddedir.

        “Osmanlı’dan bugüne Türk devlet geleneğinde başta Aleviler, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Kürtler, Romanlar ve Museviler olmak üzere, hâkim dini/etnik gruptan farklı olanların ciddi baskılara, ayrımcılığa, asimilasyona ve kırımlara uğratıldığına vurgu yapıldı.

        Bu baskı ve asimilasyon politikalarının dört ana grupta toplanabileceği belirtildi:

1) Kürtlerin ve diğer Türk olmayan unsurların Türkleştirilmesi;

2) Alevilerin Sünnileştirilmesi;

3) Sünnilerin laiklik sopasıyla terbiye edilmesi;

4) Ermeni, Süryani, Bulgar ve Rum halklarının sürülmesi, soykırıma uğratılması.” İddiası var.

Bildirge de; “Tarafların birbirini eşdeğer olarak görebilmesi ve birbirine asgari saygı duyması; buna uygun bir barış dili geliştirmesi gerekir. Hızla sivil bir ‘Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun kurulmasına karar verilmiştir:

             Alt-komisyonlar olarak tarihi hakikatler, faili meçhuller, göç, cinsiyet eşitliği ve kadın mağduriyeti, aşiretlerin ve korucuların işlediği suçlar, ekolojik tahribat, çocuk mağdurlar, askeri darbeler gibi konular özel olarak gündeme alınmalıdır. Öncelikle devletin işlediği suçların hakikatini ortaya çıkarmak, yüzleşmek, farklı kesimlerin birbiriyle yüzleşmesinin de yolunu açacaktır.”denilmektedir.

            Ancak bu bildirge de PKK’nin de işlediği suçları, cinayetleri ve hak ihlallerini es geçilerek taraflı davranıldığı kanaatindeyim.

            Bildirge şöyle devam etmektedir:

           “Bu bağlamda, özellikle 1915’te Ermeniler, Pontus Rumları ve Süryanilere, 1938’de Dersim Alevilerine uygulanan soykırımlarla, 1925 Şeyh Sait ayaklanmasına İstiklal Mahkemeleri eliyle uygulanan katliamla yüzleşme gereğine işaret edildi. Birleşmiş Milletlerin 1325 sayılı kararı çerçevesinde, yüzleşme ve barış süreçlerine başından sonuna kadınların katılımı sağlanmalıdır.

           Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi ve Dersim’de halen insan kemikleri barındıran mağaralar müzeye dönüştürülmeli; Roboski gibi yaşanan diğer zulümleri simgeleyen anıtlar oluşturulmalıdır. “Gözaltında kayıptan korunmayla ilgili” uluslararası sözleşmeye Türkiye’nin imza koyması sağlanmalıdır.

         Bütün mağdur kimliklerin egemen kimliklerle eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasını sağlayan anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır…

         Gibi bir dizi öneri vardır. Sapla samanın karıştırıldığı bu bildirgeden anladığım; bu pilavın daha çok su kaldıracağıdır. Bekleyip göreceğiz…