BDP'li Sırrı Süreyya Önder ve arkadaşları, kadın milletvekillerinin pantolon giymesine imkân tanıyan tüzük değişikliğine başörtüsü serbestisini ve erkek milletvekillerinin kravat takmama özgürlüğünü de dahil etmek isteyince, ilgili önerge AK Parti'liler tarafından komisyona geri çekildi.

Niyeymiş?

Provokasyonmuş!

Bir de neymiş?

Tüzükte zaten başörtüsü yasağı diye bir şey yokmuş!

1. Milliyetçi Hareket Partisi'nin bile sıcak baktığı böyle bir teklife bu saatten sonra hâlâ provokasyon diyeceksek, "Suriye'de reform için yeni bir neslin gelmesini beklememiz lazım" diyen Beşşar Esed'e destek mesajı da yayınlayabiliriz.

2. Tüzükte başörtüsü yasağı diye bir şey yoksa yoktur. Başörtüsünün serbest olduğunu vurgulayıp lüzumsuz tartışmaların önüne geçmenin ne zararı olabilir ki?

Gelelim kravat meselesine...

17. asırda Hırvat kadınlarının savaşa giden kocalarının boyunlarına uğur diye taktıkları ve zamanla bütün Batı halklarının benimsediği, onlara hayran olan doğu devletlerinin de kendi halklarına dayattığı kravatı çözdüğümüz anda üzerimize uğursuzluk yağacağını mı zannediyoruz?

'İsteyen taksın, istemeyen takmasın' diyor Sırrı Süreyya Önder; ne var bunda Allah aşkına?

Gevşeyelim biraz, kasmayalım kendimizi.

1920'lerin-30'ların Türkiye'sinde değiliz; Frenk hayat tarzının her bir şeyine kutsiyet atfedilen ve o hayat tarzına mugayir her bir şeyde uğursuzluk aranan günleri çoktan geride bıraktık.

"Ne yani? Alt tarafı bir kravat" deyip geçebiliriz artık.

"Meclis'te tabii ki başörtülü hanım vekiller olacak" deyip geçebiliriz.

Nereden çıktı bu "Provokasyon" lakırdısı?

Bir de "BDP fırsatçılık yapıyor" diyorlar.

E kardeşim, AK Parti siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmaya dönük anayasa değişikliği teklifi verdiğinde BDP de öyle diyordu, 'Bizi köşeye sıkıştırıp kendilerini desteklemeye mecbur etmeye çalışıyorlar, böylece bizim üzerimizden puan kazanmayı umuyorlar' diye düşünüyordu...

BDP'nin o zamanki tavrını tenkit edip de AK Parti'nin şimdiki tavrını benimsemek ne mümkün?

* * *

Sırrı Süreyya Önder'i tebrik ediyorum, destekliyorum.

İnşaallah teklifinin arkasında durur ve sonuna kadar gider.

Yeri gelmişken, meclis başkanlarını ve cumhurbaşkanlarını şu frak ve silindir şapka komedisinden kurtarmak için de bir şeyler yapsa ne iyi olur.

Sene 2011, taklit mercii olan Frenkler bu acayip giysileri çoktan çöpe attılar ama bizimkiler muayyen günlerde adeta dini bir ritüel gibi hâlâ giyiyorlar bu Mandrake kostümünü.

HAYSAM MALEH'İN ERDOĞAN'A MEKTUBU

Suriyeli rejim muhaliflerinin önde gelen sözcülerinden Haysam Maleh, Başbakan Erdoğan'a bir açık mektup yazdı.

Mektupta Baas rejiminin Suriye halkına onyıllardır reva gördüğü mezalimi –bilhassa Hama katliamını ve mevcut özgürlük taleplerini bastırmaya dönük kıyımları- uzun uzun anlatıldıktan sonra şöyle diyor Maleh:

"Peygamber Efendimizin söylediği gibi 'Nasıl bir binanın tuğlaları, taşları üst üste geliyor, birbirine yaslanarak kuvvet veriyor ve bir bina meydana geliyorsa, işte müminler de aynı bu binanın taşları gibidir.' ... Suriye halkı, İslam âleminin bir parçasıdır. Sizin de söylediğiniz gibi bu olaylar Türkiye'nin bir iç işidir. Buna dayanarak Suriye halkını destekleyip şu adımları atmanızı bekliyoruz: 1- Suriye iktidarının meşrutiyetini kaybettiğini ilan edip ona göre davranmanız, 2- Suriye halkına diplomatik olarak yardım etmeniz ve Rusya, Çin, Hindistan, Güney Afrika devletlerini Baas yönetimine destek vermekten vazgeçirmeye çalışmanız, 3- Suriye iktidarına baskı uygulayarak kan şelalesini durdurmak ve ordunun kışlaya çekilmesini sağlamak için gayret sarf etmeniz, 4- Türkiye-Suriye sınırı boyunda tampon bölge oluşturmanız."

Maleh'in mektubu şu satırlarla bitiyor:

"Sizin her zaman mazlumların yanında olduğunuzu bildiğimden, sözlerimi şu Hadis-i Kutsi ile bağlıyorum: 'Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım; onu sizin aranızda da haram kıldım; öyleyse birbirinize zulmetmeyin.' Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.