2011 yılının bitişinden belliydi, 2012’de Avrupa cephesinde Türkiye’yi nelerin beklediği.

“Artık Türkiye’nin elini bağlayan bir AB süreci yok.”

Bir anlamda anahtar cümlelerden birisi de bu oldu, önümüzdeki yıl kalkış noktası olarak alacağımız.

Bu cümle, Türkiye’nin Avrupa Biriği dosyasına en çok emek vermiş isimlerinden birisine ait.

Dolayısıyla altı çizilmesi gereken bir çıkarımdır.

Dışişleri Komisyonu Başkanı ve neredeyse 40 yıl diplomat olarak görev yapmış olan Volkan Bozkır, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili yasa öncesi Paris’te temaslarda bulunurken, bu cümleyi kullandı.

İki kez ifade ettiği bu görüşünü, bir de İngilizce olarak yabancı gazetecilere tekrarladı.

Dili sürçmedi yani.

Önce bir bunu not düşelim, bir yıl boyunca adına AB süreci diyeceğimiz bir şey yok.

Üyelik müzakereleri zaten durdu.

Danimarka, bugün itibariyle AB dönem başkanlığını aldı, ardından Kıbrıs Rum yönetimi alacak.

Türkiye, Rum dönem başkanlığı sırasında ilişkileri askıya alacağını duyurmuştu.

Hani “biraz iyi gitse de, Türkiye insanı AB’den tamamen umudunu kaybetmese” diyebileceğimiz vize muafiyeti gibi kritik bir konuda da, şimdilik hiçbir umut ışığı yok.

“İlerleme Raporları açıklanınca haber değeri taşırdı, şimdi kimse oralı bile olmuyor” diye konuşan bir başka AB dosyası uzmanı da, bu konunun artık gündemin hayali maddeleri arasında olduğunu haber veriyor sanki.

Fransa için kritik altı hafta

Fransa için nefesler tutuldu ve 10 Ocak-23 Şubat tarihleri arasında ne olup biteceği bekleniyor.

22 Aralık’da Fransa Ulusal Meclisi’nden geçen yasa tasarısı bu tarihler arasında çalışma takvimi olan Senato’dan geçecek mi?

Eğer, Türk milliyetçiliği adına, tasarının sahibi UMP milletvekili Valerie Boyer’e hakaret ve tehdit mesajları gönderenler biraz daha çaba gösterirse, tasarı Senato gündemine alınır!

Fransa ile ilişkiler işte bu altı haftaya kilitlenmiş durumda.

Avrupa’daki Türkiye’yi kaşıyorlar

Avrupa’da  yaşayan Türkler açısından da 2012 pek iyi haberlerle gelmiyor. Ekonomik kriz, artan işsizlik rakamları yabancı kökenlilerin, yaşanan krizin sorumlusu olarak görülmesine neden oluyor. Her ne kadar Türkler açısından geçerli olmasa da özellikle çalışmadan sosyal yardım gelirleriyle yaşamaya alışmış yabancılar için zaten alarm zilleri iyiden iyiye çalıyor. Avrupa toplumu yabancıları eskisinden daha fazla yük olarak görüyor.

Bir de tabi Türkiye’deki herhangi bir gerilimin Avrupa’daki Türkiyeliler arasında neden olduğu kavgalar var. Türkiye’de yaprak kıpırdasa, Avrupa sokaklarında kıyamet kopuyor.

Paris’in en güleryüzlü, sakin esnafı Aziz Kaya’ya ait olan Mevlana Kitabevi, Uludere faciasını protesto bahanesiyle basılıyor.

“İçeride dört bayan müşterim vardı. Kepenkleri zorlukla yarıya kadar kapatıp, onları korumaya çalıştım” diyor Aziz Kaya.

Yıllardır sakin bir şekilde işyerini çalıştırdığını söyleyen Azizi Kaya’nın ağzından yine “kardeşlik” sözü düşmüyor.

Sadece Mevlana kitabevi değil, seyahat acentaları da Uludere olayının protesto bahanesiyle dağıtılan işyerlerinden.

Birileri tehlikeli biçimde Avrupa’daki Türkiye’yi kaşıyor!