Herkes yarasından muzdarip. Bu yüzden tartışma, iki farklı eksene savruluyor. İslâmcılık tartışmasını bir "AK Parti eleştirisi" olarak üzerine alınıp, İbrahim Kiras gibi siyasî savunma hattına yerleşenler çoğalıyor.


"İslâmcılık ölmedi" diyerek ve "çıkış yolu" arayarak tartışmayı başlatan ve ilkelerinden taviz vermeden sürdüren Ali Bulaç'a destek olanlar da öyle. Tartışma doğal olarak, bugünün üniversitelere ve Çamlıca'ya cami gibi dindar gündemleriyle de buluşuyor. Mevzu gerçekten önemli. Uzun zamandır tarafların etrafından dolaştığı, üstünü örttüğü veya yok saydığı canalıcı sorun, tam da kitabın ortasından konuşuluyor.


Bir siyasî duruşu savunmak söz konusu olunca, kavramın müphemiyetinin oluşturduğu çatlaklar savunma mevziine dönüşüyor. Kiras'ın AK Parti'yi savunurken sığındığı İslâmcılık kavramının belirsizliğini gidermek için ansiklopedi karıştırdım. İSAM'ın İslâm Ansiklopedisi'nde kapsamlı "İslâmcılık" maddesi şu tanımla başlıyor: "İslâmcılık: İslâm'ı inanç, düşünce, ahlâk, siyaset, idare ve hukuk bakımından hayata hâkim kılmak, Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı tesis ederek İslâm ülkelerini Batı karşısında geri kalmışlıktan kurtarma amacına yönelik bir çözüm arayışı." Maddeyi sonuna kadar okudum. Müphemiyeti bütünüyle gidermemekle beraber oldukça derli-toplu bir metindi. Beni şaşırtan, maddenin müellifi sıfatıyla yer alan isim oldu. Aradan 12 sene geçmiş, insan nereye ne yazdığını gerçekten unutuyor.


Ali Bulaç'ın üç evreye ayırdığı İslâmcılığın ilk evresi konusunda uzmanım. Bu uzmanlığa, bir düşüncenin doğuş evresindeki saflığı ve berraklığının bütün tarihini aydınlatacağı varsayımı ile başlamıştım. Aradığımı buldum (Siyasî İdeoloji Olarak İslâmcılığın Doğuşu, Nesil Yayınları, İstanbul 2011). 19. yüzyıl ikinci yarısı, Müslümanların Batı karşısında her alanda mağlubiyetlerine sahne oldu. Müslüman toplumlar -Osmanlı ve İran hariç- Batı hâkimiyeti altına girdiler. Her yerde aşağılandılar, horlandılar. Bu zelil durumdan kurtulmak için ellerinde kalan son güçlü kaleye kapandılar. Ekmel din İslâmiyet'e sığınarak, onu bir kurtuluş ideolojisine dönüştürdüler; kendi izzetlerini İslâm'da aradılar. İslâmcılık, Müslüman toplumların İslâmiyet'e (sağlam kulp) tutunarak içine düştükleri düşkün durumdan kurtulma, yeniden dirilme ve güçlenerek Batı ile rekabet etme çabalarının ifadesidir; ve elbette çok boyutlu kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasî bir harekettir. Çok önemlidir, çok değerlidir; ama İslâmiyet'i değil, Müslümanları kurtarma hareketidir. Müslümanlar İslâmiyet'in tarihinden süzülen izzetine sığınarak kendileri için bir çıkış arayışına girmişlerdir. Tarihsel, yani dönemseldir. İslâmiyet'in değişmez hakikatleriyle değil, mutlaka kendi şartları ve çağın getirdikleriyle ölçülüp-tartılmalıdır.


Ali Bulaç haklı: İslâmcılık konusu entelektüel bir meşgale değil. Ben de bir oryantalist değilim. 1890'da Bombay limanına demir atmış Ertuğrul Zırhlısı'nda görev yapan Türk bahriye zabitinin tam olarak durduğu yerdeyim. Haftalar öncesinden Halife'nin savaş gemisinin geleceğini öğrenip Bombay'ı mesken tutan Hint Müslümanlarının, "Müslüman toprağında iki rekât namaz kılmak" maksadıyla birbirlerini çiğneyerek güverteye çıkmalarını gözlerim dolarak seyrediyorum. Aynı anda bu eski geminin Japonya'ya ulaşması için hesap yapıyorum. Ve bugün de hesap yapmaya devam ediyorum. Dünün hesapları kadar karışık olmasa da...


Elbette mesele, -AK Parti'yi bu tartışmada müdafaa edenlerin yaptığı gibi- bir partinin, demokratik rekabet içinde inşa ettiği alçak duvarları arasına hapsedilmemeli. Üstelik İslâmcılığı bitiren AK Parti değil. AK Parti'yi iktidara taşıyan dinamikler, aynı zamanda İslâmcılığı da tarih dışına itti. İslâmcılığı var eden Batı'nın yükselen yıldızı şimdilerde sönmek üzere. İslâmcılardan bugünün dünyasını değiştirecek ölçekte güçlü ve sarsıcı bir tez geldi de, uygulanması mı eksik kaldı?


İslâmcılık gibi anti-tez olarak gelişen tedafüî hareketler, tezini kaybedince anlam kaybına uğrar. İktidar, eskinin İslâmcılarını emekliye ayırdı, İslâmcılığın tezlerini ise değişen dünya sona erdiriyor. Yeni tezler lâzım. Üstelik, Ertuğrul Zırhlısı'nın güvertesi gibi, dalgalı ve sisli bir denizde, çürük bir geminin üzerinde size önünüzü gösterecek tezler.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)