AK Parti bir konuda gerçekten büyük fark atıyor. Bu konuda attığı farkı koruduğu sürece AK Parti’nin bıkkınlık verecek kadar tek başına iktidarda kalabileceğini düşünüyorum.

AK Parti bu konuda farkı Türkiye’de değil, Ortadoğu ülkelerinde atıyor.

Sözünü etmeye çalıştığım konu Türkiye’de yaşayan hıristiyan ve musevi yurttaşlarımızın, büyük bir ağırlıkla, oylarını seçimlerde, özgür tercihleriyle, islami kültürel referansları güçlü muhafazakar AK Parti’ye veriyor olmaları.

Bu açıdan Türkiye’yi, Ortadoğu’nun en önemli iki ülkesiyle, Suriye ve Mısır ile karşılaştırmak istiyorum.

Malum, Suriye’de nüfusun yüzde onu dolayında, farklı mezheplere aidiyeti olan hıristiyanlar yaşıyor.

Arap baharının Suriye’ye çok sert yansımasında Suriye’nin kadim hıristiyan nüfusu siyasal tercihini maalesef Esad rejimi yönünde kullanıyor; temel kaygıları muhtemelen Esad sonrasında oluşabilecek yeni rejimde yaşam tarzlarına yönelik, doğru ya da yanlış, önemli olan algılamadır, bir tehdit unsuru hissetmeleri.

Mısır’da da dün Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu gerçekleşti; seçimlere dört önemli aday katıldı, bunlardan biri de Ahmet Şefik.

Ahmet Şefik eski bir general ve eski havacılık bakanı; Amr Musa (yoklamalarda favori), Muhammed Morsi (müslüman kardeşler) ve Abul Futuh (müslüman kardeşlerin reformcu kanadı) yanında seçimlere Mısır ordusunun gözde adayı olarak katılıyor.

İşin ilginç ama bir o kadar da acıklı tarafı Mısır hıristiyanlarının, başta kıptiler olmak üzere, nüfusun yüzde yedisinin üzerinde bir kitle, Ahmet Şefik’i desteklemeleri; bir anlamda, Suriye hıristiyanlarının Esad rejimini desteklemelerinin bir benzeri.

Bence, Suriye ve Mısır’da kokuşmuş rejimlere başkaldıran kitlelerin bu konuda biraz kafa yormaları, yeni siyasi hareketlerin neden hıristiyan unsurların desteğini alamadıklarını düşünmeleri gerekiyor.

Fena halde yozlaşmış Mübarek ve Esad rejimlerine muhalefet eden kesimlerin herkese, demokratik standartlarda güven vermeleri arap baharının kalıcı başarısının kanımca ön koşulu.

Oysa Türkiye’de, sözde batıcı, sözde modernist partileri sandıkta devirerek iktidara gelen muhafazakar AK Parti ülkenin hıristiyan ve musevi seçmenlerinin, bırakın korkutmayı, çok geniş çapta desteğini arkasına aldı.

Bu desteğin sayısal anlamda bir önemi olmayabilir, zaten de yok; ama önemli olan, belirleyici sayısal desteğini ülkenin dindar-muhafazakar kesimlerinden elde eden AK Parti’nin, aynı zamanda hıristiyan ve musevi seçmene de hitap edebilmiş olması. 

Demokrat-muhafazakar politikalarıyla müslüman, dindar muhafazakar kesimden oy almak AK Parti için iktidara gelmek ve burada kalmak için belirleyici; ama, hıristiyan ve musevi oyları da almak, siyasal icraatın bir anlamda SAĞLAMASI, doğrulanması, meşruiyetinin deklarasyonu.

Bu sağlama çok önemli; ben, AK Parti’nin bir kurmayı olsam, geniş kitlelerin oylarını alırken aynı zamanda muntazaman hıristiyan ve musevi seçmenin oylarının kamuoyu yoklamasını da yaptırır, bu destek sürüyorsa doğru istikamette olduğumu, sürmüyor ise de yanlış yola girdiğimi düşünürdüm.

Sehven söylendiği deklare edilse dahi, mesela “tek din” sloganının, Heybeli’deki okulun hala açılamamış, Hrant Dink cinayetinin sadece tetikçisinin üzerine gidilmiş olmasının bu doğru istikamete gidişe hizmet ettiğini herhalde kimse düşünmüyordur.

Hıristiyan ve musevi oylar bir gün ağırlıklı olarak başka bir partiye kaymaya başlarsa, bu durum AK Parti’nin de eğik zeminde aşağıya doğru kaydığının ilk sinyali olacaktır.

Yazımı bitirirken dikkatinizi çekmek istediğim konu Osmanlı coğrafyasının merkezi olan Türkiye’nin, Suriye, Mısır, Irak, Lübnan gibi eski Osmanlı topraklarında kurulmuş ülkelere oranla en az hıristiyan nüfus barındıran ülke oluşu; bunun temel sorumlusu İttihat Terakki ve CHP.

1915, 1923, 1935, 1942, 1955, 1964 faciaları kimin sorumluluğu ise, bu çirkin, üzücü durumun sorumlusu da odur.

AK Parti farkının geleceğini azınlık oyları üzerinden test etmek gerekmektedir; öneririm.

İsrail’le olan ilişkiler de meselenin hem küresel hem de iç boyutu.

(Star gazetesinden alınmıştır)