Türkiye Cumhuriyeti tarihine kara bir leke ve tarihe “post modern darbe” olarak geçen 28 Şubat davasına davacı ve müdahil olarak katılacağım diye sabahın erken saatlerinde kalktım. Ne yalan söyleyeyim hem tarihi bir davaya tanıklık edeceğim diye heyecanlı ve hem de duruşmalarda neler olacak diye de çok meraklıydım. Bir an önce duruşma salonuna gitmek ve olacakları görmek istiyordum.


Otobüste yanıma bir uzman çavuş oturdu. Ulus’u geçtikten sonra bana Adliye Sarayı’nın durağını sordu ve 28 Şubat duruşmasına güvenlikçi olarak görevli olduğunu söyledi. Duruşmaya bende katılacağımı söyleyince:


“Senin neyin var abi, yoksa sanık yakını mısın?”diye sordu. ‘Yok kardeş, davaya müşteki olarak katılacağım. Sizinkiler yani cendermeler beni fişlediler de…’


“Çok geçmiş olsun abi, sadece fişlenen ve hayatı karartılan bir tek siz değilsiniz ki... Uzman çavuş arkadaşım vardı. Eşi türbanlıydı. Hakkında soruşturma açıldığını ve işten atılacağını öğrenince, önlem olarak boşanmaya karar verdiler. Boşandılar… Ama gel gör ki abi, boşanmalarına rağmen o arkadaş yine işten atıldı.


Bebeleri daha bir yaşındaydı. Karı koca bunalıma girdiler. Sonra bir gün öğrendim ki eşi intihar etmiş. Subay arkadaş yıkıldı ve bir daha toparlanamadı. Bebesini ailesine bıraktı. Bir süre sonra o arkadaş kayboldu ve bir daha ondan haber alamadık.”dedi.


Ankara Adliyesinin önünde polis yoğun güvenlik önlemini almıştı. 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesinin önünde jandarmalar, cezaevi araçları ve canlı yayın araçları vardı. Haber spikerleri kendi merkezlerine davayla ilgili haber aktarıyorlardı. Duruşmanın ilk günü olduğu için basın mensupları da heyecanlıydı.


Duruşma salonun önünde bekleyen RP’nin eski adalet bakanı Şevket Kazan’ı gördüm. Bir hayli yaşlanan ve yürümekte zorlanan bakan Kazan beni görür görmez tanıdı. “Siz Diyarbakır’da Can Tv’de çalışıyordunuz değil mi?”diye sorması, hatırlaması karşısında doğrusu şaşırdım ve hafızasına hayran kaldım. Aradan neredeyse 15 yıl geçti. Onunla biraz sohbet ettikten sonra onu protokol yerine aldılar. Sonra yine RP’nin eski milletvekillerinden Şeref Malkoç geldi, o da salona girdi.


Duruşma salonunun önü hınca hınç doluydu. Özellikle sanık yakınlarının sayısı çok fazlaydı ve mağdur sayısının iki katı vardı. Güya ilk önce sanık yakınlarını salona alacaklardı, sonra mağdurlar alınacaktı. Ancak bizim Türk usulü hiçbir yerde kural tanımaz. Millet hora salona daldı. Poliste karışmadı.


Girişte polisin biri bana müşteki misin, sanık yakını diye sorduğunu duyan bir sanık yakını bana sitem dolu gözlerle bakarak “yavrum salona girmemen girmenden daha hayırlıdır.”dedi. Ortalık gerilmesin ve tahrik olmasın diye ses çıkarmadım.


Kendime ‘Cüneyt duygularına hakim ol ve sakin ola tahrike kapılma’ dedim.


İki mahkeme salonunun birleştirildiği duruşma salonuna tutuklu generallerin tamamı gelmişti. İlk kez salonda dönemin kudretli generallerinden Çevik Bir, Jandarma eski Genel Komutanı Teoman Koman, YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz ve diğer komutanları canlı gördüm.


Hepsinin de yüzlerinde heyecan, gerginlik, telaş ve gözlerinde korku vardı. Onların o görkemli, heybetli hallerinden eser kalmamış, süt dökmüş kediye dönmüş ve masum bir çocuk gibi görüntü veriyorlardı. Hepsinin de gözleri mahkeme başkanın üzerindeydi ve sanki “hakim amca vallahi biz suçsuz” der gibi halleri vardı.


Eeee!... İnsanoğlu ne oldum değil, ne olacağım demelisin. Mazlumların ahı, indirir şahı, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste. Sizler bir dönem bu halka ve bu millete hiç acımadınız, adaletsiz davrandınız, hukuk tanımadınız ama şimdi adaletten ve hukuktan aman ve yardım diliyorsunuz. Şah, padişah, paşa, kral ve bütün dünya sizin olsa bile mutlaka sizde bir gün adalete ihtiyaç duyarsınız dedim.


Dikkatimi çeken bir başka şeyde asker yakınlarının çoğu kadındı. Erkek sayısı yok denecek kadar azdı. Bayanların tamamı da son derece bakımlı, hiçbir birinin başında türban yoktu. Özellikle kibirli, önyargılılardı. Biz mağdurlara kızgın bakışları atıyorlardı. Sanki eşlerini, babalarını ve yakınlarını biz cezaevine atmışız gibi son derece kırgınlardı.


Gelen mağdurların sayısı az ve çoğu da avukatını göndermişti. Bana göre davaya en çok mağdurların ilgi göstermesi, davalarına sahip çıkması, haklarını araması ve hesap sormaları gerekirdi. Gelen mağdurların çoğu da subaylıktan atılan askerlerdi.


Henüz duruşma başlamadan önce CHP Tunceli milletvekili Kamer Genç geldi. Genç’i sanık yakınları alkışladı. Genç’te savaştan çıkmış muzaffer edasıyla kibirli adımlarını protokole doğru yavaş ama kararlı atmaya devam etti.


Memleket kahraman ve çiçek sulayanı görsün…


Cumhuriyet savcısı, mahkeme heyeti ve mahkeme başkanı yerlerini aldıktan sonra ilk önce sanıkların, sanık avukatların, müştekilerin ve müşteki avukatlarının yoklaması yapıldı. Tek tek isimleri okundu. Sıra bana gelince sınıftaymışım gibi el kaldırdım ve ‘buradayım sayın başkanım’ dedim.


Aslında böyle bir günü hayal bile etmiyordum. Bir gün gelecek beni ve benim gibi binlerce insanı fişleyen, hayatları karatan, köylerini yakıp yıkan, JİTEM’i kuran, ormanları yakan ve her türlü insanlık suçunu işleyen dönemin en kudretli generallerin yargılanacağını, tutuklanacağını, adaletin önünde hesap vereceklerini, bu davaya müdahil olacağımı, müşteki sıfatını kazanacağımı ve hesap soracağımı hayal bile edemiyordum.


Bu hem benim ve hem de Türkiye demokrasisi için, Türk hukuku için ve toplumsal adalet için büyük bir adımdı. Ak Parti’nin meşhur reklamı var ya “Hayaldi gerçek oldu.”diye. Harbiden de hayaldi gerçek oldu. Bu davada mahkeme benim müdahillik talebime karar verir mi, vermez mi bilmiyorum ama Cumhuriyet savcısının mağduriyetimi kabul etmesi ve beni iddianameye koyması bile şahsen benim için büyük bir adımdır.


Duruşma başlarken sanık avukatları söz almak için adeta yarışa girdiler. Bunun üzerine mahkeme başkanı “merak etmeyin herkese söz hakkı verilecek.”dedi.


Görebildiğim kadarıyla sanıklar, sanık yakınları ve mağdurlar kadar mahkeme başkanı da heyecanlıydı.


Mahkemeye ilk damgasını vuran mikrofonların azizliği oldu. Bir türlü mikrofonlardan ses çıkmıyor, hışırtı eksik olmuyor ve mikrofondan çıkan ses herkesin sinirini bozuyordu. Mahkeme başkanı “mikrofonla konuşmaya pek alışkın değiliz, o yüzden sesten problem olabilir.”diyerek adeta sorunu düzeltme yoluna gitti.


Sanıklardan Abdullah Kılıçarslan kendisini tutuklayan hakimin mahkemede olmadığı gerekçesiyle reddi hakim talebinde bulundu. O talebini dile getirdiği sırada salona stajyer avukat ve stajyer hakimlerde akın akın geliyordu.


Yanımda oturan mağdurlardan veya hukuki terimle müştekilerden Ahmet Balcı’yla curcuna arasında sohbete daldık. Kara Kuvvetlerinden sadece eşinin başörtüsü nedeniyle atılan, atıldığı sırada çocuğunun daha iki yaşında ve yaşadığı dramlarını anlatan Balcı’nın hayat hikayesini dinleyince kendimi unuttum ona üzüldüm.


Yıllarca yoksulluk, perişanlık, benim gibi kira, elektrik, su ve çocuklarının geçimiyle cebelleşen Ahmet Balcı, TSK’dan atıldıktan sonra hiçbir devlet kurumuna alınmadığı gibi adeta özel sektör tarafından da fişlenmiş ve hiçbir işe alınmamıştır.


Bana “abi inanır mısın, yıllarca çocuklarıma okul harçlığını veremedim. Bazen kız çocuklarım baba bir ciklet parası da mı yok dediklerinde kahroluyordum ve kendimi yiyordum. Ama ne yapacan kader bu, yaşayacağımız varmış abi. Sadece dini inancından ötürü yıllarca bu zulmü ve haksızlığı yaşadık. Son çıkan kanun kapsamında müracaat ettik ama dur bakalım inşallah bir şey çıkar abi. Hiç olmazsa bundan sonra belki ömrümüzün son yıllarını rahat yaşarız.”dedi.


Kaderin cilvesine bakın ki Ahmet Balcı’nın dava avukatlığını yapanda onunla aynı kaderi paylaşan, TSK’dan atılan, sonradan Avukat olan Jandarma Yüzbaşı Bülent Demir idi. Bülent Demir hem meslektaşlarının haklarını ve hem de kendi hakkını savunmak üzere davaya katılıyordu.


İçimden ah keşke bende hukuku okuyabilseydim ve bugün burada kendimi bir hukukçu olarak savunabilseydim diye iç geçirdim.


Mahkeme başkanı, başbakanlıktan Refahyol hükümetinin istifa örneğinin istendiğini ve geldiğini belirtti. MGK kararlarını da istediklerini ancak MGK kararlarının mahkemeye gönderilmediğini belirtti. Sonradan MGK tarafından açıklama geldi. Devlet sırlarını teşkil eden MGK kararlarının istenildiği takdirde mahkemeye gönderilebileceği belirtildi.


Devam edecek…