Bingöl'de 8 polisin, arkasından da 10 askerin öldürülmesi ve 70 askerin yaralanması bölgede bir istihbarat eksikliği olduğunu göstermiyor mu?

1993 senesinde Bingöl-Elazığ karayolunda baskına uğrayan terhis olmuş askerler kaçırılmış, 33 silahsız genç kurşuna dizilerek öldürülmüştü. Önceki gün ise Bingöl-Muş karayolunda silahsız ve sivil kıyafetli askerleri taşıyan bir konvoya saldırıldı. 10 genç öldü, 70 kişi ise yaralı.

1993’teki saldırı hakkında çok tevatür var malum. Murat Karayılan yazdığı bir kitapta saldırıyı şöyle anlatıyor:

“Bu, içimizdeki çeteleşmiş bir anlayışın süreci sabote etme girişimidir. Tezkeresini almış askerlere yönelik yapılan eylem bu anlamda PKK’nın eylemi olamaz. Ama maalesef Şemdin gibi çeteci anlayışa sahip bu kişilik PKK’nin ahlakına uymayan bir yöntemle silahsız askerleri kurşuna dizdirmiştir.”

Şemdin Sakık ise saldırının derin devletin kurduğu ‘Doğu Çalışma Grubu’nun bir grup PKK’lı kullanmasıyla gerçekleştiğini ileri sürmüştü.
Yani Karayılan’a göre saldırının sorumlusu PKK içinde Şemdin Sakık’ın temsil ettiği ‘çeteleşmiş bir yapı’, Şemdin Sakık’a göre ise cuntanın kurduğu ‘Doğu Çalışma Grubu’.

Açıkça 1993 saldırısını kınamış ve suçun örgüt içerisindeki ‘çeteleşmiş bir anlayışta’ olduğunu söyleyen Karayılan acaba önceki gün yapılan saldırıyı nasıl izah edecek? PKK’nın içinde denetim dışı bir ‘çeteleşmiş anlayış’ mı var yoksa terhis olmuş silahsız askerlere
saldırmak ‘PKK’nın ahlakına’ aykırıyken birliğine dönen silahsız askerlere saldırmak örgütün ahlakına uygun mu?

Bingöl’de 8 polisin arkasından da 10 askerin öldürülmesi ve 70 askerin yaralanması bölgede bir istihbarat eksikliği olduğunu göstermiyor mu?

200 kişi on adet zırhlı aracın korumasında sevk ediliyorsa nasıl toplam 80 asker hedef olur?

Bu kadar koruma olduğu ileri sürülüyorsa saldırıda bulunanlar nasıl ‘beyaz renkli Audi marka bir otomobille’ kaçabilir?

Saldırıda ölen ve yaralananların sayısı saldırıya uğrayanın sadece bir otobüs olmadığını ya da daha kötüsü otobüsün kapasitesinin üzerinde insan taşıdığını gösteriyor.

Peki, bu soruların cevabını öğrenmek hakkımız mı? “Uludere’de ne olduğunu öğrenmek hakkımızdır” diyen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e neyin ne kadar öğrenileceğinin ölçütünü kendilerinin koyacağını ve Boyner’in işine bakmasını söylediğine göre Başbakan’a kalırsa bir şey öğrenmeye hakkımız yok zaten.

Bazı sorulara cevap aramak ve olan bitenin öğrenilmesini istemek iktidarın zannettiği gibi Başbakan’ı yıpratmak için değil. Her şey kendisiyle ilgili değil. Sorular, 1993’te Bingöl’de olanın benzeri 2012’de Bingöl’de tekrarlanınca 2023’te de tekrarlanmasın diye soruluyor.
Not: Cuma günü Çağlayan Adliyesi’nde görülecek bir davada ciddi sağlık sorunları olan iki öğrenci tutuklu olarak yargılanacak. Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi’nin onlar hakkında bir çağrısı var:

“Bu davada yargılanan ve iki yıla yakın süredir tutuklu olan iki öğrencinin durumuna bu açıdan özellikle dikkat çekmek istiyoruz. İstanbul Üniversitesi öğrencisi Kayhan Tüney hemipleji hastası ve tüm vücut fonksiyonlarında % 68 kayıp söz konusu. Kayhan 1,5 yıldır Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu. Kendine bakamadığı ve günlük aktivitelerini yardımsız yapamadığı heyet raporuyla belgelendiği halde mahkeme Kayhan’ın tutuklu yargılanmasında ısrar ediyor.

Yine İstanbul Üniversitesi öğrencisi Bayram Yılmaz ağır romatizma hastası, kalp kapakçıklarından birinde daralma söz konusu. Cezaevine girdikten sonra düzenli olarak penisilin iğnesi olmak zorunda kalan Bayram’ın bu iğne aralıkları giderek sıklaşıyor ve hareket etmek konusunda güçlük yaşıyor. Bayram 1,5 yıldır Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuklu, açık, kapalı ve özel güvenlikli çok sayıda cezaevinin bir arada bulunduğu, yüzlerce tutuklu ve hükümlünün olduğu bu kampüse doktor sadece haftada iki defa ve yarımşar gün geldiği için iğnelerini zamanında olamıyor.

Sağlık durumları nedeniyle bu iki öğrenciye özel olarak dikkat çekerken bu davada tutuklu ve tutuksuz yargılanan bütün öğrencilerin yanında olduğumuzu bir kez daha belirtiyoruz.”

(Radikal gazetesinden alınmıştır)