Yeni denizlere açılırken AK Parti Kongresi

Yeniye ihtiyaç, eski, toplumun kahir ekseriyetini kuşatma gücünü ve cazibesini yitirdiğinde ortaya çıkıyor. Türkiye gibi totalitarizm-demokrasi düalizmine oturmuş rejimlerde eski cazibesini yitirdiğinde demokrasiye doğru 'sapmalar' potansiyel olarak kenarda bekliyor. Nitekim esas olarak Menderes-Özal ve Erdoğan dönemleri bu iki unsurun biraradalığı sayesinde mümkün oldu.

Kemalizm, ideolojik derinliğe sahip olmayan, özünde 'iktidar kullanma pratiğine' dayalı yüzeysel bir yönetim biçimiydi. Şüphesiz böyle olmak istemezdi ama hem cumhuriyetin kuruluşu, hem de konsolidasyon süreci tarihin 'elverişli' şartlarına denk geldi. Kurtuluş Savaşı esas olarak Yunanlılara karşı verildi ve insan kaybı son 30 yılda PKK sorununda verilen kayıptan daha azdı. 'Yedi düvel' söylemi maalesef bir gerçekliğe tekabül etmiyor. Asıl başarı yedi düvele karşı Mustafa Kemal'in verdiği diplomatik mücadeledeydi ve gerçek şu ki, Rusya ve Batı mücadeleyi 'pauslayacak' bir orta yol üzerinde anlaşmaya çok yatkındı.

Sonrasında ise işte bildiğimiz faşizm dönemi geliyor. Avrupa'da faşizm yükselir ve büyük savaşın ikinci yarısına yaklaşılırken, Kemalistler için Varlık Vergisi, Ağrı ve Dersim katliamları, Trakya Yahudi Pogromu gibi pratikler pek dikkati çekmiyordu. Bunları yapmak için derinlikli bir ideoloji üretmeye de gerek yoktu. Dünya pratiğin teoriye galebe çaldığı bir aciliyet atmosferine teslim olmuştu.

O nedenle Türkiye'de 'eski' de, 'yeni' iddiasında olanlar da ideolojik derinleşme ihtiyacı pek duymadılar. Zaten mühendislikler ithaldi ve iktidarın bunu yapmak için şiddet tekeli ve meşruiyeti vardı. Ta ki 1946 yılına kadar... Savaş faşizmin aleyhine bitmiş, Türkiye Nazi pratikleri ile dikkati çeker olmuştu. Dünya yaşadığı çılgınlığın üzerine düşünme dönemine girmişti ve işte BM kurulmuş, İnsan Hakları hukuku cazip hale gelmeye başlamıştı.

Lakin Türkiye'de pratik iktidar kullanma biçimine sadakat (tembellik) devam etti. Sonuçta yeni iddiasında bulunanlar eskinin yöntemleri ile mücadeleye mecbur kalıyordu. Solcuların devirmeciliği ve Kemalizm'i biraz da buradan kaynaklanıyor. Halkla ilişkiniz olmadığında, iktidarı ele geçirmek kâfi geliyordu ve solun büyük kısmı 'Bolu'ya kadar askerle yürür, sonra paylaşımı aramızda yaparız' havasındaydılar. Devirmeye kalktıkları da askeri vesayet değil, dindarların iktidara taşıdığı meşru hükümetlerdi. Hazin.

O nedenle solun gittikçe ulusalcılaşması ve AK Parti karşısında kişiliksizleşmesi, PKK'nın sırtında bir asalağa dönüşmesi oldukça normal. Halkla ilişki yok, ideolojik bir derinleşme sağlanamamış ve hiç ders almıyorsunuz. Tarih sizi tasfiye ediyor kaçınılmaz olarak.

Son 12 yılın AK Parti restorasyonu da pratik karakterden etkilendi. Aslında AK Parti'ye bu acilcilik dayatıldı. 'AK Parti'nin ilk beş yılı iyiydi, sonra bozuldu' tezi doğru değil. Çünkü Erdoğan'ın 1994 yılından beri önü kesilmeye çalışıldığı gibi, daha 2003 yılında darbe hazırlıkları yapıldığı biliniyor. 'Devletin kontrolünü sağladı ve artık hâkim oldu' dendiği noktada da Türkiye tarihinin görmediği şiddette bir darbeye 17-25 Aralık'ta maruz kalmış.

İşte bu nedenle 12 yılda AK Parti bir günü dahi olağan geçmeyen bir karakterde cephe savaşı vererek ilerledi ve açıkçası bu mücadele muarızlarının savaş taktiğine uyumlu olmak durumundaydı. Acilcilik, gündeliklik ana karakterdi.

İşte Türkiye 30 Mart ve 10 Ağustos seçimlerinden sonra, AK Parti üzerinden daha farklı bir döneme girmenin eşiğinde. İktidar alanlarını ele geçirmekten öte, demokratik rejimin kurumsallaşması için ideolojik derinlik üretmenin ve buna münasip zihniyet sıçraması yapmanın zorunluluğu kavranmış gözüküyor. Erdoğan Türkiye tarihinde hiçbir siyasi liderin almadığı bir riski alarak partinin kurumsal kimlik yaratması ve yeniyi kendisinden başlatmasının kapısını aralıyor. Doğrusu, iki dönem daha başbakan kalarak statükoyu devam ettirmek bir liderin konforuna daha uygun olurdu.

Eskinin miadının dolduğunu tesbit etmek ve ona mesafelenmek özneyi doğrudan yeni yapan bir durum değil. Hala eskinin içinde ve onun bir parçasısınız. İtirazlarınız var ve engellerle karşılaşıyorsunuz. İşte sürecin içinde eskiyi tadil ederken başınıza gelenler ve cevap verme biçiminiz sizi yeni yapıyor. Bu hepimiz için geçerli bir kural.

Dolayısıyla, Gezi krizinde, 17-25 Aralık'ta AK Parti'nin eskiye meydan okuyan pratik siyasetinin de limitine ulaşılmış oldu. Eski-yeni melezlik hali ilk yıllarda bir avantajken, teşkilatın yeniye uyum sorunu, rehavet ve siyasi damar sertliği bu krizlerin öngörülememesine yol açtı. Partiye müdahaleler artık demokratik söylem üzerinden geliyor, meşruiyeti artıyor, çok daha güç savuşturuluyordu.

Bu manada, artık AK Parti'nin de, ülkenin de kendisini Yeni Türkiye'ye adapte etmesi bir zorunluluk olarak kendisini dayattı. Gezi ve 17-25 Aralık bu anlamda şerden hayrın çıktığı bir yüzleşme sağladı.

AK Parti şimdi kurumsallaşma, kabuk değiştirme, kendisini alaturka siyasetten kurtarma iradesini gösteriyor. Erdoğan'ın bu iradesi gerçekten takdire şayan çünkü çok riskli bir iş... Şu ana kadar süreç çok sıkı dokunarak muazzam bir başarıyla yönetildi. Erdoğan ve ekibi bulundukları pozisyonu terk ettiler ve hem kendilerine, hem partiye, hem de Türkiye'ye yeni bir açıdan bakma cesareti gösterdiler. Yaşanan kritik bir Gestalt Switch durumudur.

Erdoğan ve Davutoğlu'nun bunu başarıp başaramayacaklarını kısa zamanda göreceğiz. Bugünkü kongre bunun miladı ve Türkiye için yaşamsal önemde.

(YeniŞafak)