Yaşasın kötülük!

Artık 'iyi' ile 'kötü' dizilerde katışıksız bir 'ikili karşıtlık' içinde olmaktan çok içiçe, melezleşmiş tarzda kurgulanıyor

Bu sene öne çıkan dizilerdeki kötü karakterlerin ortak özelliği, seyircide hayli sempati üretmeleri... Tabii bazılarında bunu söylemek daha zor. ‘Suskunlar’ın İrfan’ında olduğu gibi. Mehmet Özgür’ün müthiş performansıyla can bulan çocukluktan tacizci bu karakter, yer yer insanın kanını donduracak sahnelerde karşımıza geldi. Mesela çocuk hapishanesinde tecavüz ettiği Bilal’le (Sarp Akkaya) yetişkinlikteki ‘intikam yüzleşmesi’nde “Ben senin erkekliğini aldım; beni öldürsen de onu geri alamazsın” derken... Ama sevgilisinin onu (hem de Bilal’le) aldattığını öğrendiğinde aynı İrfan’ı “Kadınımdın sen; ben seni sevdim” diye ağlarken gördük.

Ya ‘Uçurum’un Yaman’ına (Erdal Yıldız) ne demeli?! Bir fuhuş çetesinin başındaki ‘Almancı’ kökenli bu kötülük makinesini rüyada görmek istemezsiniz! Fakat kurgu, bize onun içinde hem inim inim inleyen bir insanlık hem de köreltilmiş bir iyilik olduğunu işaretliyor. Hele ‘paternal’ zulme birlikte uğradıkları, ama ayakta kalmak için Yaman gibi kötülüğe değil ‘Yaman’ bir ağabeye muhtaç otistik kardeşi Kutlu’dan (Enis Arıkan) yanağına bir öpücük kondurmasını isterken görmeliydiniz onu!..

Daha sıralanabilir: Kuzey’e (Kıvanç Tatlıtuğ) ‘kabir azabı’nı (mecazen değil fiilen!) yaşattığı halde çoğu seyirciye sempatik ve eğlenceli gelen ‘Kuzey/Güney’in Ferhat’ı (Turgay Kantürk); ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’deki iç daraltıcı kötülüğü, geçmişte büyük haksızlığa uğramış annesine olan aşkından beslenen Kenan (Hüseyin Avni Danyal)...

Ama bu ‘kötü adam’ların hiçbirinin ‘Behzat Ç.’de Ercüment’in (Nejat İşler) sahip olduğu ‘karizma’ya erişebildiği söylenemez. Onu sevmemeniz olanaksız! Savcı Esra’nın (Canan Ergüder) telefonundan Behzat’ı aradığında ‘Alo’ yerine ‘Haa’ sesini alınca yüzünü neşeyle buruşturarak kadına dönüp “Yaa, sen nasıl katlanıyorsun bu adama; karısının telefonunu bile ‘Haa’ diye açıyor” derken sözgelimi... Buna mukabil (‘Kuzuların Sessizliği’nden esinlenilmiş) klasik müzik eşliğinde ‘canlı otopsi’ sahnesindeki inandırıcı psikotik performansıyla da tüyler ürpertti.

Artık ‘iyi’ ile ‘kötü’yü bir dönem senaryolarında olduğu gibi kategorik olarak (Levi-Strauss’un kavramlaştırmasıyla) ‘ikili karşıtlık’ içinde yapılandırmaktan uzaklaşıp onları içiçe, melezleşmiş tarzda kurgulama hususunda bayağı mesafe alındı. Yeşilçam’ın meşhur kötüleri, “Onlar olmazsa iyiyi ayırt edip kıymetini bilmek mümkün olmaz” görüşünden hareketle işlevselleşmekteydi. Şimdi ekrandakiler, “İyi’nin içinde kötü, kötü’nün içinde iyi var” diyalektik önermesinden hareketle işlevselleşiyor daha çok...

Böylesi bir senaryo tercihinin ‘kötü’ ile empati kurma yolunda seyirci açısından güdümleyici olduğu söylenebilir. Bize “Kötü’yü kazı, altından katledilmiş bir masumiyet çıkar” mesajı aşıladığı da. Nihayet kötüyü dahi sevme yolunda itkide bulunduğu da...
Ne diyelim, böyle kötülüğe can kurban!..

(Radikal gazetesinden alınmıştır)