“Bana göre sonsuz mutluluk, batı rüzgarları eserken ve parlak, bembeyaz bulutlar başımın üzerinden hızla geçerken bir ağacın hışır hışır sesler çıkaran yemyeşil dallarında sallanmaktı.”

Pek az sayıda roman bu denli anlamlı bir isme sahiptir: Wuthering Heights (Uğultulu Tepeler) Tutkuların yabanıl ve hırçın duygularını sergileyen acımasız ama bir o kadar da narin ve kederli rüzgarların estiği ıssız bir tepede tek başına bir ev; Earnshaw ailesinin yaşadığı, içinde ölümle yaşamın iç içe olduğu, taşlaşmış kalplerle masumiyetin aynı odada uyuduğu sıcak bir yuva.

Rüzgarların egemen olduğu bu tepelerde doğa da oldukça haşin ve tedirgindir. Kışın sert yüzü açığa çıkınca, yakınından yamacından geçen canlılara hiç merhameti yoktur. Kıraç ve tehlikelidir. Ilık zamanlarında ise onlar için sere serpe döşenen yemyeşil doğa halısında gezinen kuzularla koyunları vardır. Huzurlu ve dingindir. Romanda geçen karakterler de bu doğanın tastamam birer parçaları gibidir. Baş karakter olan Hitchcliff (sarp-kaya) sanki o dönemlerde rastlanılması imkansız, tamda adına uygun doğaüstü bir kişiliktir. Aynı evde büyüdükleri Catherine’le olan derin aşkları hem masumiyetin büyüsünü hem de yaşadıkları ortamın zalimliğini defalarca gözler önüne serer.

Uğultulu Tepeler, Victoria çağı romanlarına hiç benzemez. Emily Bronte’nin kendine has bir kalemi vardır. Bana göre kardeşleri arasında en yeteneklisi ve en farklı olanıdır Emily. Roman o dönemlerde oldukça eleştiri alır. Nede olsa bu özgün hikaye dönemin tüm ahlak kurallarını ve geleneklerini yerle bir etmiştir. Bu roman Emily Bronte’nin salt düş gücünün dışa vurumudur.

Emily Bronte, Uğultulu Tepeler’i olayların sırasını izleyerek düz bir biçimde değil de sondan bir süre önce başlayarak anlatır. Hayret ve hayranlık uyandıran bir ustalıkla kurduğu bu ilk ve son romanını, iki anlatıcı kullanarak okura sunar. O dönemde görülmedik bir yöntemle en olağandışı durumları, en aşırı duyguları, tipik Victoria Çağı karakterlerinin anlatımlarıyla yansıtır hikayeye.

Wuthering Heights ilk yayımlandığında o çağın en saygın edebiyat dergisi Quarterly Review’da şu şekilde tanımlanarak yerin dibine batırılmaya çalışılmıştır: “isyan ettirecek nitelikte”, “inanılmaz derecede canavarca”, “en ahlaksız İngiliz okuyucular için bile mide bulandıracak kadar tiksindirici”

George Sampson, 1941’de çıkan The Concise Cambridge History of English Literature’da bu kitabın King Lear gibi bir başyapıt mı yoksa gülünç abartılarla dolu beş para etmeyen ucuz bir roman mı olduğu yönündeki eleştirilere şu cevabı verir: “Bu kitabın eşi benzeri yoktur. Daha önce de olmadı, o zamandan beri de olmadı, bundan sonra da hiç olmayacak.” Sampson’a katılmamak elde değil.