‘Arrivederci istikrar,  merhaba kaos’ senaryosu

Dünyanın en güçlü ülkesinde, onun hemen hemen  tüm değerleri, kurumları ve dış politikasıyla kavgalı, aşırı sağcı ve kişisel olarak da agressif ve tahmin edilemez çıkışlar yapabilen birisi, 20 Ocakta Başkan olacaktır. ABD gibi bir gücün başına, bu aşırı fikirleri savunan, öngörülemez ve hatta saldırgan birisinin gelmesinin, sadece ABD’de değil, tüm dünyada da merak ve hatta endişeyle izlenmesi tabii ki sürpriz değildir.

İyimser görüş; ABD derin devletinin onu da dişlileri arasına alarak devşireceği ve her şeyin eskisi gibi devam edeceğidir. Bundan önceki birçok ABD başkanı gibi, seçim öncesi söylenenler orada kalır ve sonra asayiş berkemal her şey devam eder. Bu durumda, Trump, söz verdiklerinin çoğunu yapamayacaktır.

Karşı görüşe göre ise, dünyada globalleşmeden, ekonomik değişmeden dolayı, kaybeden kesimlerin mevcut sistemlere gösterdiği başkaldırının esas tsunamisi şimdi gelmektedir. Diğer ülkelerde gördüğümüz beklenmeyen radikal sağcı, ırkcı, irrasyonel ve otoriter adayların seçimleri kazanarak iktidara gelmeleri yaygınlaşmıştır. Şimdi ise bunların amiral gemisini görmek üzereyiz. 

Ancak tam olarak neden bahsettiğimizi anlayalım. ABD bugün sevilse de, nefret edilse de, dünyanın hipergücü veya hegemonu konumundadır. Her şeyden önce en yakın rakiplerinden 30-40 yıl daha ileride rakipsiz bir askeri güce, halen en büyük ekonomiye ve birçok alanda en ileri teknolojiye sahip bir ülkedir. Halen  dünyayı idare eden uluslararası siyasi ve ekonomik kuruluşlar - Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu  vb - tamamen ABD’nin, İkinci Dünya Savaşı sonrası tasarladığı ve kendisinin etkisi altındaki kuruluşlardır.  Öteki rakipleri güçlenseler de, ABD’nin bu kurumsal gücüne henüz rakip bile olamamışlardır. Dünyadaki en büyük 500 şirkete, en fazla milyarder sayısına, en fazla araştırma ve geliştirme harcamasına, en fazla araştırma ve yayın yapan üniversitelerin sıralamalarına bakınca, ABD’nin başta ve rakipsiz olduğunu görürsünüz.  Harvard ve Stanford gibi üniversitelerin bütçeleri, orta boy ülkelerin bütçeleriyle boy ölçüşmektedir. Dünya haritasında nereye bakarsanız bakın, ABD’nin ya direkt olarak askeri ve ekonomik varlığını, ya da onun oluşturduğu ittifaklarla ayakta duran bir sistem görürsünüz. Bunun ne kadar haksız veya ABD’nin politikalarının ne kadar yanlış olduğunu tartışabilirsiniz ve de tartışılması gerekir. Ancak bu, şu andaki mevcut gerçekleri pek değiştirmemektedir.

İşte böyle devasa bir ülkede iç çatışma ve bölünmeler, endişe verici noktaya ulaşmıştır. Obama döneminde, ABD kurumları ve halkı arasında hem ekonomi hem de dış politika alanlarında ciddi ayrışmalar yaşandı. Hem Obama’dan, hem de Bush döneminin neoliberal politikalarından ve bunun sonucunda gelen globalleşmenin getirdiği şoklardan kaynaklanan nedenlerle, Amerikan halkı ciddi  şekilde bölündü. Ekonomik olarak, orta sınıf adeta yok olmaya doğru gidiyor ve dış politikada da düşünceler çok farklılaştı. İşte bu sisteme ve adeta Amerikanın tüm mevcut değerlerine ve politikalarına karşı çıkan kesimin adayı Trump, seçimlerde büyük sürpriz yaparak başkan seçilmiştir.

Ancak başta ABD derin devleti olmak üzere, geniş bir kesim, seçilmiş Trump’ı, Başkan olarak kabul etmekte zorlanmaktadır. Manevra üstüne manevra yapılarak Trump, safdışı edilmeye çalışılmaktadır. Onun ABD’yi idare edecek yapıda birisi olmadığı kanısı onlarda hakimdir. CIA, Rusya’nın; 5 yıldır Trump’ı seçimlere hazırladığını ve desteklediğini, ABD seçimlerine siber saldırı yapıp bilgi manipülasyonuyla Trump’ın seçilmesine yardımcı olduğunu, 2013’te Trump’ın Moskova’ya yaptığı gezide uygunsuz fotoğraflarını çekerek ona şantaj da yaptığını iddia etmiştir. Yani, iddialara göre, Trump Putin’in adamıdır. Trump ise, bunları söyleyenlerin, Saddam’ın Irak’ının nükleer silahlara sahip olduğunu iddia edip ABD’yi boşuna savaşa sokan kişilerle aynı kişiler olduğunu söyleyerek, onların dikkate alınmaya değmediğini belirtmektedir.

Trump, ayrıca Obama’nın atadığı tüm büyükelçileri görevden alacağını ifade etmiştir. Yani Beyaz Saray’la Dışişleri Bakanlığı arasındaki savaş yaklaşıyor diyebiliriz. Öte yandan Trump’ın, Batı’nın  Doğu Ukrayna’ya müdahale ve Kırım’ı işgali ve ilhakı nedeniyle, Rusya’ya karşı uyguladığı ambargoları da kaldıracağını açıklaması, Batı’da şok etkisi yaratmıştır.

Putin’in Rusyası karşısında korkudan bir birlik olamayan ve kendini tehdit altında hisseden Avrupa ülkelerinin, böyle bir gelişme karşısında ne duruma geleceği ciddi bir sorudur. Trump zaten, NATO ittifakına da karşıdır ve bu kuruluşu çağı geçmiş bir kuruluş diye nitelemiştir. Putin ise, Balalayka çalmakta ve Trump’ın Beyaz Saray’a gelmesini beklemektedir. Rusya’nın Kırım usülü bir operasyonla kendilerini de işgal edebileceğinden korkan Baltık ülkeleri, Obama döneminde NATO kararıyla gönderilen Amerikan zırhlı birliklerine ev sahipliği yapmaya hazırlanmaktadır. Acaba Trump, bu kararları da geri çevirmeye kalkacak mıdır? Öte yandan Cumhuriyetçi Parti de, Trump üzerinde Rusya’ya karşı sertleşmesi için ona ciddi baskı yapmaya hazırlanmaktadır.

Kendi içerisinde böyle bir iç çatışma, bölünme ve anlaşmazlık yaşayan ABD, dış politikada nasıl bir yol izleyebilecektir? Trump’ın Beyaz Saray’a gelmesiyle bunların ipuçları görülmeye başlanacaktır.

Öte yandan, Trump, Birleşmiş Milletler’e de karşıdır ve ABD’nin bu kuruluşa verdiği paranın kesilmesi gerektiğini de ifade etmiştir.

Ancak şimdi dünya, bu şok gelişmeler karşısında yeni bir olasılıktan korkmaktadır. Acaba Trump ABDsi ile Putin Rusyası iyice anlaşarak, BM’yi de etkisiz hale getirip, dünyanın geri kalanını istedikleri şekilde keyfi idare etmeye kalkarlarsa, dünyanın hali ne olur? Bu endişe, Avrupa’da gittikçe yayılmaktadır. 

‘Arrivederci (elveda) istikrar ve merhaba kaos’ diyecekmişiz gibi geliyor. Ancak Birleşmiş Milletler’e, NATO müttefiklerine, serbest ticaret anlaşmalarına, mevcut devlet kurumlarına, Dışişleri Bakanlığına, CIA’ye, yurtdışına yatırım yapacak Amerikan şirketlerine, müslümanlara, kadınlara, aleyhine yazı yazan gazetecilere, basın kuruluşlarına ve hatta kendi Cumhuriyetçi Partinin çizgisine bu derece karşı olmak devam ettirilebilecek bir tutum ve politika değildir. Bunu ABD başkanı bile  başaramaz. Trump, çok radikal bazı adımlar atsa ve ciddi değişiklikler getirse de, en sonunda çok daha pragmatik bir çizgiye gelmek zorunda kalacaktır. Ancak bu sürede ciddi anlaşmazlıklar ve problemler yaşanma olasılığı yüksektir. Bundan, dünya da ciddi şekilde etkilenecektir.