Uzun bir süre önce Winston Churcill’in “Türkiye’nin kilosu indirilmelidir” tezini ve Tehyri Meyssan’ın raporunu sizlerle paylaştığım zaman kim okuyucularım bana “komplocu” demiş ve yazılanları abartılı bulmuştu. Çünkü Meyssan “Suriye’den sonra sıra Türkiye’ye gelecek.”demişti.

 
Dün gece sabaha kadar süren Taksim müdahalesi, uluslar arası televizyonların yaşananları dünyaya canlı canlı duyurması, Beyaz Saray ve BM’den gelen açıklamaları izledikten sonra, ülkem ve halkım adına 15 gündür ilk kez bu kadar uluslar arası müdahale olabileceğinden kaygı duydum.

 
Valinin ve hükümetin bu sert tavrı; gece boyunca uluslar arası CNN İnternational, El Cezire ve BBC gibi televizyonların canlı yayın yapması, Le Figaro, Russia Today, New York Times gibi pek çok gazetenin olayı manşetlerine taşıması, savaşın Suriye’den Türkiye’ye sıçramasını isteyen küresel aktörlerin, CHP ve TKP gibi uluslar arası oyunlardan medet umman partilerin ve özellikle kaypak zeminde yürüyen kimi Sol’cu geçinenlerin ekmeğine yağ sürdüğü de bir gerçektir.

            
Artık bütün millet olarak şunu görmeliyiz ki; uluslar arası aktörler gezi parkı üzerinden Türkiye’ye müdahale etmek, müdahale şartlarının olgunlaşması için de çok büyük bir çaba göstermektedirler. Türkiye’de iç savaş ve darbe senaryolarında özellikle Sol’u kullanan küresel aktörlerin Taksim olayında da tekrar Sol’u kullanmak istediği de açıktır. 

            
Şunu unutmayalım ki; savaşların gerçek nedenini gizlemek her zaman için kuraldır ama son dönemin yeniliği, artık medyanın da bir tür “kitle imha silahına” dönüşmüş olmasıdır. Savaşın haklılığını da medya ve bir takım kuruluşlar üzerinden dünyaya anlatmaktır. Şu anda yapılanda budur. Birinci değişmez yalan da “biz savaş ve müdahale istemiyoruz” yalanıdır.

           
Hatırlayalım; 1.Körfez savaşında (1991) ve Irak savaşında (2003) kullanılan dil ve üslup aynıydı. Baba Bush “bir korsanlık eylemi söz konusuyken, herkesin her şeyden çok istediği barış bir kısım basit ödünlerle sağlanamaz. Söylemek gerekir ki, top Irak’ın elindedir.” Ve “öyle insanlar var ki bir türlü anlayamıyorlar. Mücadele petrolle ilgili değil, mücadele kaba bir saldırıyla ilgilidir.”dem.

Yine birinci Körfez savaşında Tony Blair “biz çıkarlarımız için değil, insani kaygılarla müdahale ettik.”demişti.

İnsan Sol’un ustatlarını dinleyince aslında Sol’un kendi ustatlarına karşı bile ne kadar kaypak olduklarını ve onların yolunda gitmediklerini görüyor. Mesela Marks “örgütsel faaliyetten çekilip, entelektüel faaliyette yöneldiğinde, bir günlük teorik çalışmanın yüzlerce saatlik geveze toplantılarından çok daha verimli olabilecektir.”demektedir.

Sol’un sürekli atıfta bulunduğu üçüncü enternasyonalin bir yanlışı da her zaman ve her yerde geçerli tek örgüt modeli önemsemesiydi. Önerilen tek parti yani Komünist Partisi monolitik, şiddete, askeri disipline dayalı bir partiydi. Kendi dışında hiçbir bağımsız örgütün varlığına ve yaşamasına izin vermeyen tek parti ve tek modeldi. 


Unutmadan; 1.Enternasyonal hiç değilse kendini tek ve doğrunun tek temsilcisi olarak görmüyor ve kibirli değildi. Marks, Prudhon, Bakunin gibi şahsiyetleri de bünyesinde bulunduruyordu.


Önceki gün Twetter’da “PKK Marksisttir” diyen Ergün Babahan gibi Marks’tan ve Marks’ın teorisinden haberdar olmayanların, kaptıkları köşelerinin gücüyle toplumu yalan ve dolanla yönlendirmeye çalışanların, Şırnak’ta bir gecede öldürülen 100 insana kayıtsız kalarak kaypaklılarını sergileyenlerin o afili-maifili sözlerine ve köşelerine asla güvenmeyin derim.


Evet bir gecede 100 insan katledildi Türk televizyonları bu kadar yaygarayı kopartmak bir yana dursun haber bile yapmadılar.


Sevsinler sizin solculuğunuzu, ulusalcılığınızı ve ikiyüzlülüğünüzü...

            
O yüzden ne PKK, ne TKP, ne İP, ne CHP ve ne de kendilerini Marksist olarak tanımlayan hiçbir örgüt veya parti Marksist olamaz. Çünkü Marks “Ben Marksist değilim” demiş ve “sendikalar işçi sınıfının bir bölümünü bir örgüt çatısı altında toplamayı başararak iyi bir iş yapıyorlar ama mücadeleyi düzenin sınırları içinde tutma tercihi yaptıklarında da varlık nedenlerine yabancılaşıyorlar.”demiştir.

            
Ayrıca Türkiye’de ilk sosyalist örgütlenmeler başta Ermeniler olmak üzere, Müslüman olmayan unsurlar arasında peydahlanmıştır. 1923 sonrasında rejimin tek parti diktatörlüğü altında bağnaz bir otokrasiye dönüşmesi, Sol muhalefet de dahil, her türlü muhalefetin varlık nedenini ortadan kaldırmıştır.

      
Daha kuruluş aşamasında TKP, Mustafa Kemal’e ve onun liderliğinde yürütülen siyasete açık destek verip Sol’un ocağına incir dikerek Sol’u pişmiş tavuğa dönüştürmüştür.

         
Sol’daki bu satılmışlığın bedeli Sol’a ağır olmuştur.

        
Partinin Lideri Mustafa Suphi ve diğer 15 yöneticisi hunharca katledilmişlerdir. Zaten Moskova’nın “devlet çıkarları” politikasına göre rota değiştiren bir partinin başarılı olma şansı da olamazdı.

         
Bu ne demek? Bu şu demek; Türk Sol’unun kendini rejimin tuttuğu aynada görmek demektir. Umarım Ergün Babahan’da kendini görme fırsatını bulur.

          
Bu konuda aslında Türkiye Sol’unun kaypaklığını, ikiyüzlülüğünü ve özellikle Kürtler konusunda insanlığını yitirme anlayışını özetleyen Sol’un babası Gün Zileli bakın ne diyor:

        
“Bize şu öğretildi: Enternasyonalizm demek bir sosyalist ağabey ülkeyi kıble almak demektir. Enternasyonalizm diye bunu öğrendik. Kıble alınan ülke, yerine göre Sovyetler Birliği olabilir, o “revizyonistse” Çin olabilir, o da sapmışsa Arnavutluk olabilir, o da olmazsa Küba olabilir ama bu ülke, mutlaka hakkında efsaneler uydurulan, devrim yapmış bir ülke olmalıdır.

          
İşte bu sakat enternasyonalizm anlayışı biz solcu gençlerin oralardan gelen her şeyi kayıtsız, şartsız benimsememize yol açtı. Milli kurtuluşçuluk da esasen buradan geldi(başka nedenleri de var elbette.)


Örneğin Atatürk kültüne kolayca sırt dayanmak işimize gelmişti. Demokrasiyi küçümsemek de, profesyonel devrimcilik de, sert, katı disiplinli parti anlayışı da, her şey, her şey. 

           
Eğer bu tür bir üst belirlenme olmasaydı inanıyorum ki, Türkiye Sol’u 1960’lı yılların ilk yarısındaki özgür ve şenlikli gelişmesiyle çok büyük ve sağlıklı bir hareket haline gelebilirdi.”diyor.

            
Bu anlamda kendini Sol’cu olarak gören genç kardeşlerime sesleniyorum. Lütfen ama lütfen oyuna gelmeyelim ve inanın ülke olarak çok büyük bir oyunla karşı karşıyayız.


(diyarbakirhaber.com)