Son 10 günün bilançosu: Hangi bünye buna dayanır?

SON 10 gün içinde memleketimizde olup bitenlerin çetelesini çıkardım.

Okuyun ve söyleyin:
Hangi bünye buna dayanır?

“Cemaat / Hükümet savaşı” varken ve tam da biz bu savaş hakkında yazmalara doyamıyor iken “pat” diye Başbakan Erdoğan’ın Gülen’e “bitsin artık bu gurbet” temalı çağrısı gelmesin mi?
Biz tam “bitsin artık bu gurbet” çağrısının kodlarını çözmeye koyulmuşken bu kez sürpriz bir şekilde “Abdullah Gül yeniden Çankaya’ya aday olabilir” kararı çıkmasın mı?
Biz tam “Erdoğan ne yapacak / Gül’e hangi makam kalacak” analizleri içinde çırpındıkça çırpınırken Leyla Zana’nın açıklamaları gündeme “güm” diye düşmesin mi?
Biz tam da Leyla Zana’nın açıklamalarının tadını çıkarmaya başlamışken elimiz yine böğrümüzde kalmasın mı? “Urfa’da isyan çıkmış, yangın çıkmış, 13 gariban kül olmuş” denmesin mi?
Biz tam da “Doğu ve Güneydoğu’daki cehennemler: Cezaevleri” konulu büyük ve dokunaklı yazılar döşenmeye hazırlanmışken Dağlıca’da 8 asker şehit düşmesin mi?
Yürekler şehitlere yanarken ve bizler “PKK üzerine enteresan tezler” karalamaya başlamışken yepyeni bir polemiğimiz doğmasın mı? Ve biz başlamayalım mı birdenbire “Genelkurmay Başkanı herkesin içinde mi ağlamalı, yoksa bir odaya çekilip gizlice mi ağlamalı?” diye kalem kavgası yapmaya...
“Ağlama polemiği” devam ederken bu kez gündem süper sarsıcı bir şekilde değişmesin mi?
Ve bu kez kendimizi birdenbire içinden “gündemlerin anası” diyebileceğimiz bir gündemin içinde debelenirken bulmayalım mı?
An itibarıyla halimiz ahvalimiz şöyle bir şeydir: “Savaş çıkacak mı, çıkmayacak mı?” diye fal açıp duruyoruz.

Hey! Durun bir dakika!
Hepsi bundan ibaret değil ki...
Çerez kabilinden gündemlerimiz de oldu arada:
Kürşad Tüzmen’in öldürücü ve güldürücü röportajı...
Kürtajda atılan geri adım, sezaryende getirilen kısıtlamalar...
Sevda Tepesi, 10 milyar dolarlık kral yardımı iddiası...
Gürüz operasyonu, KESK operasyonu...
İstanbul’u bitiren trafik çilesi...
Selülit krizleri...
Falan...

Tamam...
Aylarca hiçbir şeyin hiçbir biçimde değişmediği, eğitim harcamalarında “binde birlik” oynamaların halkı galeyana getirdiği Norveç ya da İsveç olmayalım...
Memleketimiz İsviçre türü sıkıcılığı, Norveç türü bunaltıcı ya da İsveç türü intihara meylettirici bir memleket olmasın.
Ama bu kadarı hakikaten bizim için bile biraz fazla değil mi?
Vallaha sizin bünyeyi bilmem ama benim bünye isyanlarda...

CUMHURBAŞKANI itidalli...
Başbakan itidalli...
Dışişleri Bakanı itidalli...
Medya itidalli...
Köşe yazarları “itidalli olmalıyız” diyor.
BM itidal tavsiye ediyor, NATO da...
ABD “aman itidal” diyor.
AB “itidali elden bırakmayın” diyor.
Rusya da “itidal” diyor.
Hatta Suriye bile...

Hilmi Yavuz’un o meşhur “hüzün ki en çok yakışandır bize” dizesini “itidal ki en çok yakışandır bize”ye çevirmenin vakti geldi demek ki...

OLAY şu:
- Sağlık Bakanlığı, laboratuvarlardan hamilelik testi pozitif çıkanların iletişim bilgilerini istiyormuş.
- Laboratuvarlar bu bilgileri Sağlık Bakanlığı’na gönderiyormuş.
- Sağlık Bakanlığı da baba veya eşe “hamilelik testiniz pozitif çıktı, aile hekiminize gidin” diye cep telefonu mesajı gönderiyormuş.
- Bu uygulamayla “Ana-bebek sağlığını izlemek” amaçlanıyormuş.

Bu uygulamanın ne tür sakıncalar doğuracağını tahmin edebilirsiniz.
Ben pek tahmin edilemeyecek bir sakıncadan söz etmek istiyorum:
Diyelim ki kötü niyetli bir “şebek”, bir kız babasına “Sağlık Bakanlığı mesajıdır: Tebrikler! Kızınız hamile” falan diye bir mesaj attı...
Öfke kontrolü konusunda hiç de başarılı sınavlar vermemiş Türk kız babası da, bu uydurma mesaj üzerine hamile sandığı kızını öldürdü...
Ne olacak?
Recep Akdağ bunun hesabını verecek mi?

Bence İçişleri Bakanlığı derhal harekete geçmeli...
Yurttaşlarımızın telefonlarına şöyle mesajlar geçilmeli:
“Size mesaj atıp kızınızın hamile olduğunu söyleyenlere itibar etmeyiniz. Polis”.
Ancak bu tür bir mesaj, doğabilecek yaşamsal tehditleri bir nebze olsun yatıştırabilir.
Benim önerim bu...
Başka “parlak önerisi” olan varsa, lütfen bana yazsın.

Heves yetmez

- Süper güç...
- Oyun kurucu...
- Racon kesen...
- Caydırıcı...
- Dünyaya nizam veren...
- Bölgesel lider...
Bir ülke olmak için...
Hava atmak, lafların en tumturaklısını söylemek, arzu etmek, hayal kurmak, atalar edebiyatı yapmak, emperyal heveslere gark olmak yetmiyor.
- Enerjide Rusya’ya bağımlı olmamayı...
- Karizma çizdirmeyi gelenek haline getirmemeyi...
- Savunma sanayinde İsrail’den bile medet umar durumda olmamayı...
- Süper güçlerin dolduruşuna gelmemeyi...
- Bir terör örgütünün sürekli tehdidi altında bulunmamayı...
- İsrail’e özür diletmeyi...
- Ve mevcut gücü ve potansiyeli fazla abartmamayı... Da başarmak gerekiyor.

“DÜŞMAN” diye belledikleri insanlara belden aşağı vuruyorlardı.
Buna alışılmıştı.
“Düşman” diye belledikleri insanlara belden aşağı vurduklarında kimse çıkıp da “Hop! Mücadelenin de bir adabı vardır, terbiyesizlik yapmayın” falan demedi.
Onlar da kendilerini değneksiz köyde dolaşır gibi hissetmeye başladılar.
Ve şimdi yeni bir aşamaya geçtiler: Önlerine gelene saldırıyorlar.
En son saldırı sırası “dost” diye bellenenlere, bellenmesi gerekenlere gelmiş.
28 Şubat’ta gadre uğramış, direnmiş, dindarların özgürlüklerini savunmuş Ali Bayramoğlu gibi, Cengiz Çandar gibi yazarlara vuruyorlar.
Hem de ne vurma!
“İftira” var, “karalama” var, “bel altı vuruş” var, “hedef gösterme” var...
Hatta “Ermeni kökenli” diye güya hakaret etme ayıbı bile var.
Bırakın Müslümanlık suçunu, alenen insanlık suçu işliyorlar.
Herkes sevgiden beslenmek ister, bunlar nefretten beslenmeye yemin etmişler.

Ama şimdi yeni bir durum var:
Yeni Şafak tam uyandı... Star biraz uyandı...
İşte buraya yazıyorum:
Bu adamların azgın rezilliği, ancak bu tür uyanışlar sayesinde gemlenebilir.
Aksi takdirde “her nefis bunların çamurundan nasibine düşeni alacaktır”.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)