Siyasetçilerin yaşamında en belirleyici unsurlardan bir tanesi de medya ve toplumla ilişkilerini nasıl yönettikleri. Bu konuda başarısız olan siyasetçilerin kalıcı olmalarına ihtimal yok. Göz önüne çıkan herkes gibi onlar da kendilerini nasıl ifade ettikleri konusunda çok dikkatli olmalılar. En tecrübelisinden en çaylağına kadar hepsi için bu alan engebelerle dolu. Siyasetçinin söylediklerinin medya iletişim araçları tarafından nasıl anlaşıldığı, anlaşılanın diğerlerine nasıl aktarıldığı ve aktarılanın toplum tarafından nasıl algılandığı meselesi, milyonlarla oynanan bir kulaktan kulağa oyunu gibi. Herkes duyduğu ya da duymak istediğini anlayıp, diğerine transfer ediyor. Sürecin sonunda ise kahkahalarla gülebileceğiniz, öfkeden delirebileceğiniz ya da üzüntüden perişan olabileceğiniz bir ses çıkması mümkün.
Küreselleşen siyaset meydanında doğal olarak bu işi iyi bilenlerin bilgisi, dünyanın en ücra köşelerine kadar ulaşıyor. ABD'de işleyen yollar Suriye'de ya da Çin'de de kullanılıyor. Estetik kozmetik uzmanlarından, imaj danışmalarına, konuşma terapistlerinden reklamcılara kadar kocaman bir kadro siyasetçilerle aynı havayı soluyorlar. Siyasetçilerin taktıkları kravatın renginden, giydikleri gömleğin markasına, kullandıkları arabalardan eşlerinin giyim kuşamlarına kadar her şey seyirlik bir semboller savaşına dönüşmüş durumda.
Hatırlarsanız Süleyman Demirel'in şapkası ile rahmetli Bülent Ecevit'in şapkası farklı dilden konuşurdu. Rahmetli Turgut Özal'ın şortu ile Kemal Kılıçdaroğlu'nun Etro gömleği ayrı spekülasyonlara konu oldular. Cem Uzan'ın kolları kıvrık gömleği ile Tansu Çiller'in beyaz ceketleri siyasi iletişim için özel kurgulanmış detaylardı. Başbakan Erdoğan'ın başladığı günden bugüne kadar hızla ve olumlu yönde değişen giyim kuşam zevki çeşitli haberlere konu olmuştu. Lakin olay sırf görsel değil tabii ki.
Siyasetçilerin bu kadar çok konuşup da hiç gaf yapmamaları kuşkusuz mümkün değil. Söylenilen lafın nereye gideceğini hesaplamak çok zor, zira milyonlarca kulak aynı sözleri dinliyor ve farklı şeyleri anlıyor. Papa'nın New York ziyaretine dair meşhur fıkrayı hatırlarsınız. Papa, New York'a indiğinde kendisine 'genelevleri ziyaret edecek misiniz?' diye sorulur. O da 'New York'ta genelev var mı ki?' diye sorar. Ertesi gün medyadaki başlık 'Papa iner inmez genelev sordu' biçimindedir. Medyayla dansın tehlikeleri ortadadır.
Benzer bir fıkrayı İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Bersay İletişim Enstitüsü ile birlikte hayata geçirdiği 'Siyasal İletişim Danışmanlığı' sertifika programının açılış lansmanında dün Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç anlattı. Fıkra bu ya, İngiliz bakan ne yaparsa yapsın medya tarafından sevilmiyormuş. Her söylediğine tersine anlamlar yükleniyor, başarısızlıkla itham ediliyormuş. Bir gün bakan bütün maharetini göstermek için bir basın toplantısı ayarlamış ve medya ordusuna müthiş bir şov yaparak nehrin üzerinden yürümek suretiyle karşıya geçmiş. Medyanın onun bu becerisini alkışlayacağını umarak sabah uyandığında ise gazetelerde şöyle bir başlıkla karşılaşmış: 'İngiliz bakan yüzme bilmiyor'.
'Siyasal İletişim Danışmanlığı' sertifika programının fikir babalarından Anadolu Ajansı'nın çiçeği burnunda Genel Müdürü Kemal Öztürk ise lansmanda iletişim danışmanlığı döneminde başına gelenleri anlatırken izleyenleri oldukça güldürdü. Bu işin ne denli önemli olduğu ve profesyonellerin olaylara bakış açılarının iletişim süreçlerine ne kadar önemli bir katkı sağladığını hep birlikte öğrenmiş olduk. Bu iş biraz da mektepli olmayı gerektiriyor.
Hem dünya literatürünü takip etmek, hem de yerel tecrübelerden faydalanmak, yeni açılacak Meclisimiz için de çok önemli. İstanbul Bilgi Üniversitesi ile Bersay İletişim Enstitüsü'nün ortaklığıyla açılan bu programı sadece siyasetçilerin imajları açısından değil, toplumun yanlış mesajlarla yaralanmaması adına da önemli buluyorum. Tek bir söz deyip geçmeyelim. Zira sözler tarihin akışına müdahil olabilecek kadar güçlü silahlar. Kullanmayı bilene...