“Üzerinde güneş batmayan ülke” (the sun never sets on the British Empire) cümlesini duyunca benim gözümün önüne gelen, sıcacık güneşli bir havada gözlerini göğe kaldırmış minnetle güneşe bakan güler yüzlü insanlar. Fonda vatansever bir müzik. Herkes geleceğe umutla bakıyor.

Aslında sebep devamlı sıcak bir güneşin tepede olması değil elbette. 1800'lerde imparatorluk sınırları sömürgeleri ile o kadar genişlemiş ki, Büyük Britanya İmparatorluğu'nun bir sömürgesinde mutlaka gündüzmüş. Yani Bermuda'da olmasa, Cebelitarık’da.

Güneş burda sadece gündüzü anlatıyor. Yani sıcaklıkla bir alakası yok. İngiltere öyle bir ülke ki, tam 1.5 mevsimden oluşuyor. 9 ay hava soğuk, 3 ay ılık-sıcak-soğuk karışımı. Bu ülkenin insanları, tenlerine değecek güneş ışınlarına hasret yaşadıkları için, sıcaklık 20 dereceyi gösterdiğinde askılı giyip, 25 derecede de sahilde güneşleniyorlar.

Yağmur ise en fazla söz hakkı olan hava olayı. Yaz da olsa kış da olsa yağar herhangi bir mevsime ait değildir. Başına buyruktur. Anahtarınızı nasıl yanınızdan ayırmıyorsanız, şemsiyeniz de hep yanınızda olmalı. Sahilden mayo ile ayağa fırlayıp, sağnak yağmurdan arabaya sığınabiliyor insan.

Yağmuru ve soğuğu oldum olası sevmem. Hele yağmur romantiği hiç değilim. Ama işte insanoğlu, 15 yıl şikayet edemez ya, bir noktada soğuk ile başa çıkmasını, yağmurla geçinmesini öğreniyor. Sevmeye sevmeye de olsa bükemediği eli öpüyor.

Türkiye'de iken pek de itibar etmezdik sıcak şu torbalarına. Kaba saba plastikten yapılmış, iyi kapatılması mucize, kapatılamazsa felaket olan su torbaları ağrıyan yerlere konurdu. Sırt, bel falan. Bizim ya gürül gürül yanan sobalarımız veya akşam 11 deyince kapatılan merkezi kaloriferlerimiz vardı. Belki annelerimizin babalarımızın içi yanardı ziyan olan sıcağa ve gelen faturalara ama yine de ince bir hırka ile evde kış geçirebilirdik.

Bu ülkede işler çok da öyle olmuyor. Öncelikle evler, müstakil, yarı müstakil veya az katlı, az daireli apartmanlar olduğu için, bu masraf karşısında yapayalnızsınız. Toplaşıp daire başına bölünen bir masraf değil bu. İsteyen hiç yakmaz, isteyen tek oda ısıtır, isteyen tüm evi ısıtır. Apartmanda altkatınız hiç yakmazsa siz iki kat yakarsınız ki ısınasınız. Tamam haklılar çok pahalı ama cimriliğin de yasal bir sınırı olmalı.

Hal böyle olunca, ülkesinde normal 4 mevsim ile büyümüş, mevsimlerden ne bekleyeceğini bilen gurbet kadınları çareyi sıcak su torbalarında bulduk.

Hepimizin evinde en az 2 tane bulunur, hangi yerde ucuzlamışsa alınıp yedeklenir, salondaki sıcak su torbaları salon takımlarına uygun, yatağa konan sıcak su torbaları yatak takımlarına uygun olur. Hatta misafirliğe çağıran arkadaşınla en doğal diyalog şöyledir.

-Çaya gelsene, sıcak su torbası da aldım yeni.

-Yaaa nerden? Yoksa kendiminkini getireyim…

Bir gidersiniz ki çayınızın yanında sıcacık torbanız hazır. Kalorifer yansa da yıllardır geliştirdiğimiz alışkanlığımız sebebi ile, bölgesel ısınma bizim için çok önemlidir, o sıcak su torbası karın bölgesine yapıştırılır.

-Çayın bitti mi, tazeleyeyim. Torban soğudu mu yenileyeyim.

Hatta bazen atışma mevzumuz bile olur.

-O torbanın kılıfını niye çıkardın?

-E böyle daha sıcak.

-Ama bozuyorsun öyle yapınca. Yeni aldım ben onu.

İnanması zor ama o sıcak su torbası gerçekten ortama da bir sıcaklık veriyor, tanıdık bir his veriyor. Eski günlerimiz gibi geliyor. Memleket sohbetimiz, kendimizi yüceltmemiz, ortak vatan hasretimiz gibi geliyor.

-Nefret ettim bu seneki soğuklardan. Yeter ya.

-Valla ya, gözünü sevdiğim memleketimde, Mayıs ayında sıcak su torbası mı kullanılır?

-Evet ya, zaten orda yeşilin sebzenin meyvenin de Allahı var…

-Canım memleketim…..

Uzar gider sohbetimiz, torbalarımız soğuyup da biz üşümeye başlayana kadar dalarız en derin mevzulara.

Sonra kimin sırası ise o kalkar hem çayları hem sıcak suları tazelemeye.

Büyük Britanya Krallığı’nda nerelerde güneşin batıp batmadığını bilmiyorum ama buraların “Hasretin Hiç Bitmediği Topraklar” olduğunu biliyorum.