Sevgili Öğretmenlerim

Dünyaya geldiğimizde ağlayan biz, yeni bedenimizle bir anneye kim bilir ne umut olduk! O gün, annelik dersine ilk adımı atmış bir annenin mutluluğunda yuvarlananan biz, günümüzdeki öğretmenlerin hayatı, ‘öğrenci-öğretmen ve öğretmen-öğrenci’ halkasında geçerek akıyor. Öğrendik ki bir öğretmenin öğrenciliği, son nefesine kadar devam etmekte...

Görmeyen gözlere göz, duymayan kulaklara ses, insana insanca sevmesini öğreten öğretmenlerimizi, sevgiyle anıyorum. Anılarımda, hayatımda, gittiğim yolumdasınız... Şimdi ise nacizane yazımlasınız! Dilerim hiçbirinizi incitmemişimdir! Affınıza sığınarak yazıyorum...

Yazdıklarım, bu yazımda, gerçek hayatımdandır! Öyle güzel anılar biriktirmişim ki hangisinden başlasam, bilemedim...

İlkokuldaydım ve bir kutlama vardı, özel bir gün; Öğretmenler Günü olması büyük bir ihtimal. O gün şiir okuyacaktım, sıra bana gelmişti. Kürsüye çıkınca, okulumuzu ziyarette bulunan Kör ve Sağırlar Müzik Grubu’nu görüp dilim tutulmuş, kendi kendime “Okusam ne olacak ki sonuçta duymayacaklar” diye düşünmüş, ağlamaklı bir hâl almıştım. Sessizlik içindeydi herkes ve beni bekliyorlardı. Kara kaş, kara göz ve kara saçlı ben; siyah önlüğü ve beyaz yakasıyla burdayım dedirten durumum, kürsüde ne kadar durabilirdi bilmiyordum. O mini ben susuyordu! Sonra sınıf ögretmenim geldi, elimden tuttu ve ben kürsüden üzgün bir prenses gibi indim. Basamakları içimden sayarak, kimseye bakmadan!... Biliyorum, sınıfımı hatta öğretmenimi temsil edememiştim. Kimse soru sormamış, kızmamıştı da. Ailem bile beni dinlemeye gelmişti oysa... Bense halen duyamamanın ve görememenin etkisini düşünüyordum. O gün kendime söz vermiştim. O küçücük bedenimdeki hayalimle, bugün hiç büyüyememiş olan ben, insanlara iyilik yapmak zorundaydım. Sevdiğim şeylere devam etmeliydim.

Öyle ki şiir okumayı hiç bırakmamış, hatta yazmaya bile başlamıştım. Şiir yazmasını rahmetli öğretmenim, Müdür Yardımcısı Metin Uygur sevdirmişti. Yanına uğradığımızda, pek sık olmasa da şiirlerini okurdu bize. Okul defterimi karıştırırken 1991 yılının nisan ayında yazdığım bir şiirimi buldum. Satırlar aynen şöyle:

Düşünmek bile yaşıyor olmanın ispatı

Yürümekten öte.

Dünyayı alt üst eden savaş varken bile

En büyük silah insan, yine.

Gök, türküsünü söylerken

Ritmindeki ahengi yakalamak,

Yakalarken ki ânı tatmak bile

Var olmanın en büyük mutluluğu.

Saat 15:45 1991- 6 Nisan, Cumartesi

Her okulum, her sınıfım ayrı güzeldi. Mesela ortaokulda öyle bir sınıftık ki, sınıftaki tüm arkadaşlarım abartısız harika mevkilere gelmiş olup, bugün insanlığın hizmetinde başarıyla yol almaktalar. Yani atom mühendisinden, doktordan, eğitim görevlisinden, öğretmeninden, araştırmacısından, avukatından, iş adamından tutun, tüm mevkileri kapmış ve dünyanın dört bir yanına dağılmıştık. Ben kitap okumayı işte bu arkadaşlarımla sevmiş, sevdiren öğretmenimi örnek almıştım. ‘Ölmüş Eşek, Çalıkuşu, Şeker Portakalı ve İnsancıklar ile’ ilk o yıllarda tanışmış, tasvir etmenin ne olduğunu yine o yıllarda öğrenmiştim. Okumayı sevdiren öğretmenimiz, Müdür Yardımcısı Metin Çağan’dı. Müzikti, koroydu, atletizmdi, basketboldu, tiyatroydu derken faaliyetlerle mutlu olan ben, beni yetiştirenlerden hayat dersi de alıyordum artık.

Ortaokul üç... Şehirler arası basketbol maçındayız ve ben bu seneye kadar hep kaptan yardımcısıydım. Bir önceki maçta Ankara Ted Kolejini yenmiş tur atlamıştık. Hatırlamıyorum o gün kimle maçtaydık! Şişe Cam bizim her maçımızı izliyordu. Daha sonra da Nesrin Uçuk ile benim Şişe Cam’dan istenildiğimiz söylenmişti. Detayı hiç öğrenemedim. O gün ben maçta hastalandım. İlk yarıdan sonra yürüyememiş ve ateşim çok yükselmişti. Kısacası felaket bir haldeydim. Öğretmenim, Müdür Yardımcısı Şinasi Perçin, yanımda beklemiş, her beş dakikada ateşime bakmış, ıslak havluyu yıkayıp yıkayıp başıma koymuştu. İlk defa bir maçı kaybetmek üzereydik. İçimde oynayamamanın hüznü vardı. Kolumu bile kıpırdatamıyordum. Metin Uygur öğretmenim, bana meyve suyu getiriyor, hem bizi kontrol ediyor hem de maçtan haber veriyordu. Ben, zaten hiçbir şey duymuyordum; o derece halsizdim. Aslında, soyunma odasında yatan ben için doktor bile gelmişti. Sonra maç bitti, kızlar girdi içeri. Hepsi sanki zafer kazanmış gibi gülümsemeye çalıştılar ama yapamadılar. Onlar da üzgündüler. Biz, bir aile olmanın önemini çoktan anlamıştık. Mehmet Talay öğretmenim de mi vardı tam hatırlamıyorum. Nedense onun konuşması gözümün önüne geliyor, belki de o da vardı... Fakat kaybedişimizi ben, beni asıl yetiştiren beden eğitimi öğretmenim Turgay Atav’ın tayininin çıkmasına bağlıyordum; yani onun olmayışına... O bizim takım için çok kıymetliydi...Biz, bugüne kadar hiçbir maçı kaybetmemiştik. Öğretmenlerimiz, bize bir ağabey bir baba gibi ilgi göstermiş, bizlere sahip çıkmış, bizleri neşelendirmek için şakalar yapmış hatta şarkı bile söylemişlerdi. Haklarını ödeyemeyiz. Daha sonraki zaman zarfında tüm basketbol takımıyla bölünmeden aynı liseye geçmiştik.

Yine bir gün coğrafya dersindeyiz. Ben coğrafyayı çok severdim. Hangi il ve ilçede ne çıkar ne üretilir hatta gözüm kapalı yerlerini haritada bulurdum. Türkiye haritasını hatasız ezbere çizer, tüm sözlü ve yazılılardan tam not, on alırdım. Konuları bir kere dersten önce okur, derste de ben anlatırdım. Öğretmenim, Cevdet Yılmaz’dı. Hatta kendisinden Osmanlıca Dili kitabını ödünç almış, senenin sonuna kadar çalışmış, sayesinde Osmanlıca yazıp okumasını öğrenmiştim. İnsanın başarısı, bazen dersi sevdiren öğretmenden kaynaklanıyordu, artık biliyordum. Örneğin lisede fizik dersini sevememiştim, bugün ise metafizik araştırma çalışmalarım için fiziğin koşulsuzca öneminin farkındayım.

Lisedeyim... Bu defa da şehirler arası lise koro yarışmamız vardı. Arkadaşım Sevda Kaya, Tokat’taki yarışmaya katılmam için zorla babamdan izin koparmıştı. Nihayetinde, Tokat’ta yarışmadaydık! Şarkıları okurken şefimize bakıyorduk, yani müzik öğretmenimize. Gözlerimizle ona odaklanmış, yönetimini pür dikkat takipteydik. Seyirci ve jürinin karşısında, arka sırada Sevda’nın yanındaydım. Ayağım, bir an boşluğa gelmiş ve gözlerim bir an şefimizden uzaklaşmış (saniyelik de olsa önemliydi çünkü) hatta ben düşmek üzereyken Sevda yakalamış, sonra hiçbir şey olmamış gibi şarkıyı okumaya devam etmiştik. Sevda’nın beni tutuşu, benim ve koronun kurtuluşu olurken benim o anım ise belki de ikinci gelmemize neden olmuştu. Kararda jüri çok zorlanmıştı. Yıllar geçmiş ve ben öğretmenime halen bir şey söylememiştim. O kadar emindi ki o zaman kazanacağımızdan, üzüntüsünü anlatamam. Gerçekten harika bir koroyduk. Halen emin olamasamda, arada bir ‘acaba sebep ben miydim?’ der dururum.

Yine hayatıma güzellik katan öğretmenlerimden biri, bana dünyaya daha başka gözle bakmam gerektiğinin gerekliliğini tiyatro çalışmamızla ögretmişti. Tiyatro, dersin dışında bir farklılıktı... “Kadınlar Arasında” oyununa hazırlanmış, Vali de dahil olmak üzere Sivas’ın tüm ileri gelenleri, tüm okul (abartmayayım kesinlikle lise iki ve üçler vardı) izlemeye gelmişlerdi. Baş rolde Murat Demirbaş ve ben vardım. Ben değilsem de öyle görüyordum... Rolüm uzun değildi ama herkesi gülmekten kırıp geçirmişti. Nesrin Karadağ, Saadet Konk, Tevfik Çakmak, Eylem Temurtürkân ve Sevil Gül hep beraber sunmuştuk tiyatro oyunumuzu. Sevil’in aynaya bakarken söylediği Türk Sanat Müziği, musiki dersi almış bir kişi gibi, günümüzün ünlü sanatçılarını aratmayacak kadar muhteşemdi. Ben, işte o tiyatro çalışmalarımızda, başka bir alanda görev alıp, başarmanın her alanda mümkün olduğunu ve bunu güvenen insanların verdiği güçten aldığımı hissetmiştim. Mahmut Demirel öğretmenim bize yol göstermiş, biz de o yola devam etmiştik. O gün tüm ekip ayakta alkışlanmıştık. O anki mutluluğumuzu ifade etmem imkânsız... Şiiri, yazmasını ve tiyatroyu daha çok sevmiş, hayatıma güzel insanları yerleştirmiş ve aldığım her dersi beynime işlemiştim. Her adımımda arkaşlarımın ve öğretmenlerimin neler öğrettiğini düşününce, ne kadar şanslı olduğuma inanamıyorum. Bu kadar güzel insanlar acaba sizin de hayatınız da var mı?

Tüm eğitim hayatımda her bir öğretmenim, bize, önce insan olmamızı öğretti. Hatta sevgi ve saygının açamayacağı kapı olmadığını... Ve ben de bugün bir öğretmen olarak, öğrenmenin ve öğretmenin bu dünyadaki vazifemiz bitene kadar devam ettiğini bilmekteyim. Basketbolu bize sevdiren, öğreten sevgi dolu Güven Özer öğretmenimizi ve hediye ettiği takım fotoğrafımımızın arkasına yazdığı yazıyı unutmak ne mümkün? Ve diyorumki:

Başöğretmen Atatürk’ün izinde “Fikri Hür, Vicdanı Hür, İrfanı Hür” nesiller yetiştiren değerli öğretmenlerimizin, Öğretmenler Günü kutlu olsun.

Sevgilerimle

Öğrenciniz Hülya Kars