Boğaziçi’ne artan rağbetin neticesidir ve her şey 17 Ocak 1854 yılında başladı. İstanbul nüfusunun Boğaz Hattı’na yayılmasını sağlayan vapurların ve Osmanlı Devleti’nin ilk anonim şirketinin hikayesi şöyledir;

Sultan Abdülmecid Han ve annesi valide sultanın da hissedar olduğu bir girişim ile 1854 yılında kuruldu. Dönemin ünlü devlet adamları Ali ve Fuat Paşalar Bursa Kaplıcaları tatilleri sırasında kaleme aldıkları lahiyayı sunarak ilk adımları attılar, padişah iradesini aldılar.

“…Avrupa’ca büyük servet ve mâmuriyeti mûcib olan ve anonim denilen şirket-i i’tibâriyyeler…”

Vapurlar İngiltere’den geldi ve seferleri başlayan 6 adet vapurun isimleri Beşiktaş, Beylerbeyi, Göksu, Rumeli, Tophane ve Trakya oldu. Ancak daha önce süslü/oymalı kayıklarla seyahat eden halkın bu vapurlara ilgisinin fazla olması sebebiyle birkaç yıl içerisinde filo genişletilerek vapur sayısı iki katına çıkartıldı; Anadolu, Beykoz, İstinye, Kandilli, Mirgün ve Sudaver de geldi. Hat sadece Boğaz etrafına dizilen köylere gitmedi, Adalar ve Yeşilköy’e kadar genişletildi, işler büyüdü ve Osmanlı Maliyesi çöktü ve savaş patlak verdi.

Fiyat artışları, anlaşmazlıklar, çalışma şartları derken Osmanlı’nın ilk olmasa da ilklerinden birini de yaşar vapur seferleri; Liman Amele Grevleri…tabi ki başarısızlıkla sonuçlananından.

Bu altmış beygir gücü kapasitesindeki vapurlarda önceleri kalorifer tesisatı tabi ki yoktur, ısınma soba ile sağlanmıştır. Aynı dönemde inşa edilen Dolmabahçe Sarayı’nda olmadığı gibi…

Vapurlar hep gecikirmiş diye biliriz değil mi? Sebebi deniz muhalefeti gibi dursa da kış aylarında bu aralar pek göremeyeceğimiz bir sebeple geçiktirirmiş aslında vapurları; ‘Aman efendim siz buyurun! Yok! rica ederim geçiniz!’ kibarlığı.

Boğaz’ın içinin, çevresinin, silüetinin bugün aldığı halde etkisi büyüktür denir Şirket-i Hayriye’nin ama şirketi ve vapuru ‘Trafik Canavarı’ yaratır gibi suçlamanın gereği yoktur. Yine de düdük gürültüsü ve duman pisliği getirdi elbette. Vapurları hala seviyoruz ve karşı kıyıya onlarla geçmenin zevkini hiçbir şeye değişmiyoruz değil mi?

Ayrıca dünyanın en romantik feribot seferinin Eminönü-Harem arasında olduğunu yazar yıllardır Avrupalı yeme, içme ve gezme uzmanları. Ama bu romantizmi hissetmek için arabadan inmek, üst kata çıkmak, bardakta olanından bir çay almak, dışarı çıkmak ve cep telefonunu ait olduğu cebe koymak gerekir. Burada sözü edilen ‘romantizm’ bir insan cinsine değil de doğaya ve onu güzelleştirme çabası ve kaygısı ile oluşturulan güzelliklere karşıdır. Kaldığı kadarıyla…

O zaman içinden vapur, liman, güverte, ayrılık, kavuşma, martı geçen şiir okumalı biraz? En eskisinden…en yenisine…

Şiiriçi Hatları Vapuru yani…

Nazım Hikmet vapuru

deniz ile arasına dökülen asfaltı kırar

ve özgürlüğüne kavuşturur salacak iskelesini

batmak pahasına

Can Yücel vapuru

alaycı bir düdük çalar savaş gemilerine

ki rakı şişeleri asılıdır can simitlerinin yerine

Attila İlhan vapuru

keyfile yarar suları

içinde çünkü sevgililer öpüşür

ve güvertesinde sigarasını rüzgara karşı yakan bir katil üşür

Edip Cansever vapuru

denize yansıyan otel ışıkları altında

gider gelir boğazın en uzak iki iskelesi arasında

Orhan Veli vapuru

evlerine taşırken telaş içindeki insanları

küpeştesinden atılan simitleri kapışır martı kuşları

Cemal Süreya vapuru

akşamüstleri giyince ışıklı elbisesini

ince bir duman savurarak havaya dansa kaldırır kız kulesini…