Sahtekarlık Çağı!...

Yaşadığımız döneme; ağırlığına binaen “bilgi” çağı veya dijital” çağ gibi adlar veriyoruz ama, bize sormadan bu çağ kendine başka bir isim bulmuş aslında:

- Sahtekarlık çağı!...

İnsanoğlunun bugüne kadar sürdürdüğü medeniyet mücadelesini, özünde bir “hakikat” mücadelesi olarak görmek lazım…

Bütün mesele, hakikatin hayat bulması ya da hayatın hakikatle buluşması değil miydi?...

Hangi medeniyetten söz edersek edelim, tüm medeniyetlerin merkezinde iki büyük güç vardır: Kalp ve akıl…

Birbirinden bağımsız hareket etmemesi gereken bu iki gücü besleyen kaynaklar ise vicdan ve fıtrattır…

Kalp her şeyin önündedir… Aklımızı, ruhumuzu, gözümüzü, sözümüzü harekete geçiren ilk odur…

Kalpsiz bir akıl, kör karanlıkta trafiğe çıkan farsız bir araca benzer…

Ne zaman nereye çarpacağını, kime ne zarar vereceğini kimse bilemez!...

Vicdan ve fıtrat, gerçeğe giden yolu aydınlatan iki önemli ışıktır…

Eğer medeniyet mücadelesini, yani aklı ve kalbi bu ikisiyle dengeli ve yeterli bir şekilde besleyemezseniz asla ilerleyemezsiniz… Yahut yanlış yerlere saparsınız!... Hakikatin gözü de hep yollarda kalır!...

Bugün içine düştüğümüz vahim durumu açıklayacak başka bir şey bulamıyorum…

Kimi fıtratından uzaklaşarak, kimi de kalbini yok sayarak hareket ediyor…

Haliyle “hakikati” arayıp bulmak epeyce zorlaşıyor…

Gerçeğin yokluğu karşısında ortaya çıkan boşluğu, “sahtekarlıklarla” doldurmak daha kolay ve daha az külfetli hale geliyor!...

Neticede, hayatı anlamlı ve değerli bir şekilde hakkıyla yaşamak isteyenlerin yerini; “yaşamış” gibi yapmaya razı olan insan yığınları alıyor!...

Devamında, “mış” gibi yapanlar için hayat daha kolay hale geldikçe; “mış” gibi yapmak isteyenlerin sayısı da arttıkça artıyor!...

- Öğrenci, sınav sorularını cevaplamış gibi yapıyor!

- Hakem, maçın sonucu öyleymiş gibi düdük çalıyor!

- Eşler, “mutluymuş” gibi davranıyor!

- Ulema, her yapılan “helalmiş” gibi susuyor!

- İşçi, “çok çalışmış” gibi dolaşıyor!

- İş adamı, “vergi kaçırmamış” gibi gösteriyor!

- Ev sahibi “kira düşükmüş” gibi konuşuyor!

- Siyasetçi, “sözünü tutmuş” gibi geziyor!

- Bürokrat, “liyakatliymiş” gibi pozlar veriyor!

Zenginin fakir, fakirin zengin diye gösterildiği günlerdeyiz…

Güzelin çirkin, çirkinin güzel diye gösterildiği günlerdeyiz…

Haklının haksız, haksızın haklı diye gösterildiği günlerdeyiz…

Dinsizlerin dindarlıktan, soysuzların milliyetçilikten geçindiği günlerdeyiz…

Ahlaksızın ahlak sattığı, hırsızın hırsız ihbar ettiği günlerdeyiz…

Aklımızı kalple buluşturmadığımız ve vicdanla beslemediğimiz müddetçe, bu sahtekarlıkların dozu daha da yükselecek!...

Sahtekarlar, giderek daha da yıkıcı ve yok edici bir kudretin sahibi olacak… Şirrette ve şiddette sınır tanımayacak…

Hayatın ve hakikatin üzerinde tahakküm kuran bu salgının bir an önce durdurulması gerek!...

Vicdan yoksunu “modern akıl”, tahakküm sahiplerinin en büyük silahı haline geldi…

Benim “çıplak akıl” diyerek de tanımladığım o yalın akıl; onların düzenlerini aklamaktan ve otoritelerini sürdürülebilir kılmaktan başka bir işe yaramıyor!...

Aklın kalbi, kalbinde aklı olmalı…

İnsan hem bilmeli, hem de aynı zamanda hissetmeli…

Böyle olmayınca, son çağın dünyası yeni bir “medeniyet doğuramadı…

Zira, sözünü ettiğim eksiklikler değerler dünyasını iyice kısırlaştırdı!...

Eğer sen, fıtratından sapar ve bir kalbin olduğunu da unutursan…

Başka hangi sonucu bekleyebilirsin ki?

Artık her yerde; gerçeğin yerini “sahtecilik”, asılın yerini “kopyacılık” aldı…

Ve nihayet, “medeniyetsizliğin” yarattığı boşluk, “popüler kültür” dedikleri soyu sopu belirsiz ve aynı zamanda “değersiz” bir şeyle dolduruldu…

İnsanlığın kurduğu son medeniyet Descartes’a, “düşünüyorum o halde varım” dedirtmişti…

Bu soysuz ve ucube popüler kültür ise o önermeyi, “eğleniyorum o halde varım” noktasına getirdi!...

Şimdi gençlerimiz, kendilerini “eğlendiren” her şeyi mubah görür oldular…

Kimi kime nasıl şikayet edeceğinizi arayın da bulun bakalım!...